3.0

967 89 58
                                    

5sos, Ghost Of You

___

Gece eve dönerken saat 2 buçuğu geçiyordu. Destini ile karşılaşmamıştık çünkü gelmemiş, yerine diğer kızı çağırmıştı. Nasıl düşündüğü ve benim hakkımda ne yapmaya çalıştığını anlamak zaman alacak gibi görünüyordu. Ki benim buna yoracak kadar dinlenmiş bir zihnim olmadığını göz önünde bulundurursak, yapacağı her ne ise anlamak benim için imkansızdı.

Ama bir şey yolundaydı en azından. Mark Lee beni yalnızlığımdan kurtarıyordu. Arkadaş, aile ya da herhangi başka bir şey yolunda gitmezken o sessizliği bozup varlığını kanıtlıyordu. Kendisi için ya da benim için fark etmeksizin buradaydı işte. Ne amaçla olursa olsun buradaydı. Onu hayatımda tam olarak nereye koymam, ne vasıf yüklemem konusunda pek düşünmeme gerek yoktu çünkü hayatımın büyük bir kısmına hükmediyordu. Bu da onu birçok şey yapardı.

Apartmandan içeri girip merdivenleri çıktım ve anahtarımı yuvaya yerleştirip çevirerek kapıyı açtım. İçeri girdiğim gibi televizyonun sesini duymuştum. Ayakkabılarımı, ceketimi ve çantamı çıkarıp portmantoya bırakarak içeri ilerlediğimde büyük koltuğa oturmuş televizyon izleyen Mark'ı arkasından görebilmiştim.

Sorun şuydu ki, televizyondaki program ana dilindeydi. Fransızcaydı.

Kapının sesini duymuş olsa gerek ki beni fark etmişti ama bana dönmedi. "Mark?" diye mırıldanıp yanına gidip oturdum ve kapalı gözleriyle karşılaştım. Buna gülmemek için kendimi zor tuttum çünkü gözleri kapalıyken komik görünüyordu. Oturuyor halde, gözleri kapalıydı?

Yanına oturup onu incelemeye başladım. "Mark Lee Fransızca bildiğini bilmiyordum." Dedim ama yine yanıt vermedi ve gözlerini de açmadı. Derince bir soluk verip elimi yüzüne doğru salladım ama hiçbir harekette bulunmadı. Ben de elimi yanaklarına uzanıp avucumla sıkmak için elimi açtım ve parmaklarım yanaklarına değdiği an elimi tutup gözlerini açtı ve bana baktı.

"Ne oluyor lan? Niye uyuyor numarası yapıyorsun?"

Gözleri kısıktı. "Biraz kibar olsan ölürsün."

Yapmacık bir şekilde güldüm. "Elimi rahat bırakırsan mutlu olacağım."

"O kadar basitse." Diyerek elimi serbest bıraktı ve ben de ona göz devirip yanından kalktım. Mutfağa ilerlerken arkamdan seslendi. "Neden bunların altyazısı yok? Neden altyazı seçeneği diye bir şey yok bunlarda ya?"

"Yerel programlar ve daha yeni yayınlandığı için olabilir mi? Filmlerin falan olur olursa. Bir şey izleyeceksen bilgisayarımı da alabilirdin." Buzdolabını açıp mısır gevreğini ve sütü çıkardım. Masaya bırakıp mutfak dolabından da iki kase ve çekmeceden iki kase çıkarıp salona döndüm.

Orta sehpaya her şeyi bırakıp yere oturdum ve ikisine de mısır gevreği ile süt doldurup kaşıkları içine bıraktım. Oturduğum yerde onun için hazırladığım kaseyi ona uzattığımda kafasını eğip güldü.

"Ay bana mı?"

"Of. Ne biçim tepki bu be?" diyerek kafamı iki yana sallayarak güldüm. O da dudak büküp kaseyi aldı. "Mısır gevreğimi bitirmediğin için sağ ol bu arada." Bir kaşık daldırıp yemeye başladım.

"Market uzakta demiştin."

"Sen bu kadar düşünceli misin ya?" ağzım dolu konuşarak ona döndüğümde bir elinde kasesi bir elinde kaşığıyla ağzındakini çiğneyerek bana baktı. Ağır ağır kafasını olumlu bir şekilde salladı.

"Harika. Bir ara karpuz da keseriz."

Kaşları çatıldı. "Sen nereden biliyorsun onu?"

Ona söylemediğimi anladığımda kasemi orta sehpaya bırakıp kaşığı da içine bıraktım. "Lucas dedi." Dediğimde duraksadı. "Sen gittikten bir iki gün sonra oraya uğramıştım ve alışveriş kataloguna bakarken karpuz görmüş ve bir şeyler dedi. Sarı saçlı birisi vardı ve saçlarını bağlamıştık sonra karpuz yemiştik dedi. Sonra Lee Min gibi bir şeyler de söyledi."

"Lee Min Hyung."

"Ne demek olduğunu bilmiyorum ama Jae seni hatırlamış olduğunu söyledi."

Kafasını salladı. "O benim lakabım gibi bir şey." Diye mırıldandığında durgunlaşmıştı.

"Neden üzüldün. Sevinsene seninle ilgili bir şey hatırladı işte."

Bana baktı. "Dilimizde konuşmasıyla bir şeyler hatırlamaya başlaması belli. Ama sonra kendi evini de hatırlayacak ve dönmek isteyecektir." Dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Tek başına uçağa binme korkusu falan mı var? Ne yani?"

Dudaklarını nemlendirip yutkundu. "Bak. Hepimizin ailesi de orada. İşlerimiz. Arkadaşlarımız. Yani burada bir bağımız yok. Lucas gidecek ama bizim kalmamız tuhaf olacak. Evet Jaehyun burada hem ders veriyor hem sahne alıyor ama benim de gelmemi isteyecek."

Dediklerinin ardından bir süre ona bakmak zorunda kalmıştım. "Gitmek istiyorsun."

Kafasını iki yana salladı. "Öyle değil. Sadece sana sormak istediğim şeyden çekiniyorum."

"Ne soracaksın Mark?"

Gözlerini çevrede gezdirdi birkaç saniye ve ardından beni buldu. "İşi bırakıp evimin kadını neden olmuyorsun?"

"Ne?"

Güldü. "Açıkça sordum işte."

Duraksadım. Ona öylece bakıp kalakaldım. "Dalga geçiyorsun."

"Yoo." Dedi omuz silkerek.

"Mark buradan gidemem."

"Neden? Burada bir bağın yok. İstediğin dövme yapmaya devam etmekse orada da buluruz. Ailen ve arkadaşlarınla da pek aran iyi değil. İyi değil de aran yok yani. Sonra... Orada benim evim var orada yaşarız. Hem bak market de yakındır evime. Motorum ve arabam orada. İşlettiğim kafe-bar da."

Anlatırken onu izledim. İçindeki çabası ve gayreti o kadar...

"Renee bir cevap ver."

"Mark. O kadar basit değil. Orada yaşama gibi bir iznim olamaz. Yani elimi kolumu sallaya sallaya gidemem. Oranın vatandaşı değilim. Hem Paolo da var burada."

Gözlerini kasesine çevirip elindeki kaşıkla karıştırmaya başladı.

"Gelmek istiyorum ama o kadar kolay değil."

Bana döndü. "Orada kolayca yaşamak mı istiyorsun?" dediğinde olağan bir şekilde kafamı salladım. "Tamam o zaman evlenelim. O zaman gelebilmen için bir sorun kalmamış oluyor. Soyadımı aldıktan sonra yarı yarıya oranın vatandaşı olmuş oluyorsun." Dedi ben nefes alamadığımı hissederken. "Evlenelim." Diye yineledi. 

Bir iki gün bölüm atamayabilirim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Bir iki gün bölüm atamayabilirim....

LolitaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin