Chase Atlantic, Even Though I'm Depressed
_____
Mark Lee beni öpmüştü.
Destini bunu görmüştü.
Hangisinin kalbime daha ağır zarar verdiğini hesaplayamıyordum.
Kalbimin varlığını hangisi kanıtlıyordu?
Mark'ın dudakları birkaç saniyelikti ancak Destini'ye baktığımda gözlerindeki boşluk beni daha da bitirebilecek derecedeydi.
Mark, bana kafasını hafifçe eğerek bakıyordu; geri çekilmiş yine ellerini tezgaha yaslamıştı. Ona baktım ama bakışlarındaki anlam karmaşasıyla Destini'ye dönmüştüm tekrar. Çünkü dudaklarını hafifçe aralayarak birkaç adımda yaklaşmıştı yanımıza. Kalabalığı arkasına almış, kısa açık kahve saçlarını düzleştirmişti ve aralık dudakları kırmızı mat bir rujla renklendirilmişti. Üzerinde beyaz, askılı salaş bir elbise vardı.
"İnanamıyorum..." aklında işlerin karışık durumda olduğunu İngilizce konuşmamasından anlamıştım. Farkında bile değildi belki de bu anın, benim kaburga kemiklerime batarken.
Boğazım kurumuştu. Sertçe yutkunurken oturduğum yerde çözülüp ayağa kalktım ve Destini'ye doğru bir adım attım. "Destini..."
"Ne? Ne diyeceksin?" durup yüzünü buruşturdu. "Midemi bulandırıyorsun..." dedi ve arkasını dönüp gitti.
Bunu bana söyledi.
Beni öpen Mark'a değil.
Arkadaşlar... böyle yapmazlardı ama.
Orada öylece arkasından gözden kaybolana kadar baktım ona. Karmaşa ve gürültü içinde içimdeki sessizliği duyumsadım. Sonra bir şey oldu ve arkasından gitmeye karar verdim. Sokağa çıktım. Yoktu. Hava da soğuktu. Burnumu çekip etrafa bakarken de Mark çıktı kapıdan.
Durgunca ona dönüp, loş ışıkta parlayan gözlerine baktım. Burnu kızarmıştı ama cildi bembeyazdı. "Ne yaptın sen?" sesimi neredeyse duyamayacağını zannediyordum ama gözlerini kırpıştırıp bana baktığında hafifçe dudaklarını kıvırdı.
"Seni öptüm." Dedi. Yorgun ses tonuyla bir yumruk daha indirdi.
"Beni mahvetmeye hakkın yoktu."
Kaşları hafifçe havalanırken dudaklarını birbirine bastırıp araladı. "Sen beni mahvederken hiç sormadın ama." Diyerek bir adım attı bana doğru. "Arkadaşına nasıl yabancı hissedildiğini anladın mı?"
"Psikopatsın sen." Diye mırıldanıp kafamı ağır ağır iki yana sallarken buna inanmak istiyordum. Normal olursa işler daha da karışırdı çünkü aklımda.
Mark dudaklarını nemlendirip yutkunurken bunu bana kasten yaptığını düşündüm. "Sen çok normalsin. Yaptıklarına bak."
"Bilerek mi yaptım? Onu kurtarmaya çalışıyordum."
"Hastaneye götürebilirdin!"
"Hiçbir şey bilmiyorsun."
"Hiçbir şey diyebileceğin bir şey var mı hala? Ben her şey gözler önünde zannediyordum." Dedi göz devirerek.
Hırsla saçlarımın arasında daldırıp kaşıdım kafamı. Sonra da dönüp hızlı adımlarla oradan uzaklaştım. Kalsam, daha da mahvedecekti çünkü. Kalsam, git gide bitirecekti beni.
Kafamdaki karmaşayı düzene koymak bir yana sadece daha da karmaşıklık ekleyerek yürüdüm eve kadar. Yaklaşık yarım saat seri adımlarla yürümek zorunda kalmıştım. Sessiz sokağa girdiğimde de kafamın içindeki uğultu hafiflemişti sanki. Telefonumu çıkarıp Emily'e, dövmeciye gelemeyeceğimi ve diğer kızı çağırması hakkında bir mesaj atıp apartmana girdim ve merdivenleri ağır adımlarla tırmanıp daireme attım kendimi.
Büyük koltuğa sırt üstü yığıldığımda bakış açımda bomboş tavan vardı. Biliyordum, birazdan birkaç sahne kafamdan oraya yansıtılıp uykumu kaçıracaktı. Biliyordum ki, gece boyu uyutmayacaktı; karnımı ağrıtacak hatta hissedebildiğim migren sızımı arttıracaktı. Beni mahvedecekti zihnim. Onun gibi, onlar gibi mahvedecekti yine.
Ertesi sabah uyandığımda da bunu düşünerek uyanmıştım zaten. Bomboş ama aynı zamanda da büyük bir karmaşanın içinde ayaklarım birbirine bağlanmış da yürüyemiyormuşum gibi hissediyordum. Hissetmiyordum aslında, tam olarak öyleydim. Çünkü banyoda yüzümü yıkarken gözlerimden anlamıştım, yemek masasında iştahsızlığımdan ve televizyonu açıp izlemeye çalışırkenki dalgınlığımdan.
Böyle olmak istemiyordum. Yeniden bu sessizliğe gömülmek ve o depresyonu tekrar yaşamak istemiyordum.
Duş alıp saçlarımı neredeyse omuzlarıma gelene kadar kestikten sonra kuruttum. Toplamadım, omuzlarımdan aşağı bıraktım ve giysi dolabımdan üzerime kalın gri bir sweatle bol siyah pantolonu çıkarıp giydim. Portmantoya ilerleyip çantamın içindeki telefonuma baktığımda Paolo'nun cevapsız aramalarını gördüm ama gittiğim için sadece telefonu çantama geri attım ve çantamı da koluma takıp anahtarımı aldıktan sonra apartmanı terk ettim.
Yağmur yağacak gibi gri bulutlar ve dünkü gibi burnumu kızartan bir soğuk vardı. Ellerimi pantolonumun cebine sokup seri adımlarla sokağı arşınladım ve sola dönüp apartmana ilerledim. Cebimdeki anahtarlığı çıkarıp açtıktan sonra dışarı birkaç kişi çıktı, binada oturan. Asansör hala açıktı, ilerleyip hızla girdim ve 5'i tuşlayıp beklemeye başladım.
Şu vardı ki, Lucas'ın iyileşmesi için ilaç yapmaya devam etmem gerekiyordu. Onun için bir eczaneden alabileceğim bir ilaç değildi ki, reçetesiz alabileceğim ilaçlar da yoktu. Ve şu da vardı bir de, hammadde yoktu. İlaç yapamazdım. Unuttuğu hiçbir şeyi asla hatırlayamazdı. Mark'ın korktuğu da buydu. Arkadaşına yabancı hissetmek.
Asansörün kapıları iki yana açıldığında dışarı çıkıp daireye ilerledim. Anahtarı yuvaya yerleştirip çevirdikten sonra içeri girdiğim an kulaklarıma yoğun bir uğultu ilişmişti. Ancak sadece Paolo olduğunu sanmıştım. Koridorda ilerledim, Lucas'ın kaldığı odanın kapısı kapalıydı. Salona girdiğim gibi görüş alanıma tezgahın arkasındaki Paolo ve tezgahın diğer tarafında taburede oturan Mark girdi.
Paolo bana kısaca bakıp elindeki işe devam ederken Mark omzunun üzerinden kısık gözlerle beni inceliyordu. Anahtarı cebime geri bırakıp ona baktım. "Sen ne zaman geldin?"
Gözleri gözlerimi buldu, saçlarımın ardından. "Ne zaman gelmem gerekiyordu?"
"Otursana bir şeyler hazırladım Ren."
Paolo bana söylendikten sonra hareket edip Mark'ın yanındaki tabureye geçip oturdum. Ortada bir pizza, salata ve sosları duruyordu. Paolo tabakları çıkarırken homurdandı. "Mark'ı neden daha önce tanıştırmadın benimle? Tanıdıkları da varmış."
Kaşlarım çatıldı. "Ne tanıdığı ne alaka?"
Üç servis tabağıyla gelip bize döndü ve pizza dilimlerini servis yaptı. "Erkek arkadaşların konusundaki sert tutumunu biliyordum ama Mark başkaymış. Yani ilaç yapman için tanıdığı kişilerden hammadde bulmaya çalışacak." Dediğinde kafamı çevirip Mark'a döndüm.
Tabağında pizza dilimini parmaklarıyla tutup dudaklarına yaklaştırdı ve ısırdı. Benim ona baktığımın farkında olup salağa yatıyordu.
"Yesene." Dedi Paolo.
Mark ağzındaki lokmasını çiğnemeye başladı. Dudaklarını diliyle nemlendirirken de bana kısaca bakmıştı.
💔oylamaya unutmayın💔
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lolita
FanfictionGözlerini kapattı, açtı. Boğazındaki çıkıntılı adem elması kımıldadı. "Karşında bir bıçak duruyor ve sen kendini ona bastırıyorsun sonra da gelip beni suçluyorsun." Nefes aldı, ben soluksuz kalırken. © kayipdoktor | 2019