Spector, Honey.
_____
Şimdiye kadar hayatımdaki tek kaygım okul ve arkadaşlarla ilgili olmuştu. Bir de arada yoklayan aile klişeleri.
Aklıma takılan bir şey olduğu zaman sürekli onu düşünüp kafamda büyütürdüm ve koskoca bir dağ oluverirdi o küçücük sorun. Buydu. Hep böyle olmuştu. Çünkü kendime iyi gelebilecek bir şey bulabilmek için hep kötü yanından bakardım. Biliyordum, iyi yanından bakıp kötü olsaydı her şey; dizlerimin üzerine düşer yaralardım kendimi.
Şimdiye kadar hayatımdaki tek pürüz üniversite olmuştu. Doktor olmalıydım. Kendimi sevebilmek için. Sırf kendimle barışabilmek için. Bu yüzden uykularımı biriktirip saklamıştım yastığımın altına. Bu yüzden kalemi alıp kağıdın üzerinde eskittim ve ellerime de bulaştı sonunda.
Gittim o istediğim üniversiteye, girdim laboratuarına.
Ama kendimi sevebildim mi? Hala bilemiyorum. Kendimi affedebildim mi? Ya da yolumun üzerindeki pürüzler azaldı mı?
Olmamıştı işte. Olmayacaktı da. O laboratuara girmek hayatıma bir olanak sağlamışsa, ellerime kan da bulaştırmıştı. Kendimi asla affedemeyeceğim bir yolun pürüzlerinde düşmeden ilerlemeye çalışıyordum şimdi. Ellerimdeki kan lekeleriyle, kendi yaralarımı nasıl kapatabileceğimi bile beceremeden.
"İyi misin Renee?"
Yutkundum, kurumuştu boğazım. İyiyim diyebilmek için ne kadar kötülük aşmam gerekiyordu? Daha ne kadar kötülükten kurtulmam gerekiyordu tamamen iyi olabilmek ve artık yalan söylememek için?
Kafamı salladım sadece olumlu bir şekilde. Mark dirseklerini dizlerine yaslamış, yerde oturan bana doğru hafifçe eğilmişti. Gözlerim orta sehpadaki kaseden ona çevrildiğinde görebilmiştim. Saçları iyice dağılmıştı saatler önce kollarımda uyurken. Gözleri parlıyordu, televizyon ışığıyla aydınlanan salonda. Kapkaraydı, bana endişe ve beklenti içinde bakıyordu.
"Mark evlilik olmaz... Ne olur bunun bahsini bile açma."
"Neden?" kaşlarını çatıp itiraz etti. "Beni sevmiyor musun? Katlanılmayacak birisi miyim ben?"
Kafamı iki yana salladım. "Demek istediğim böyle şeyler değil." Dudaklarımı nemlendirip derin bir nefes aldım. "Mark." Uzanıp ellerine dokunduğumda reddetmeden avuçlarının içine aldı ellerimi. Sıcacıklardı. Gözlerine baktım dikkatlice. "Ben neyi istediysem, heveslendiysem sonunda hepsi bitti. Bu çok pembe bir hayal olsa da, sonunda ellerimde hiç de pembe olmayan suçlar bulaştı. Ben ne zaman mutlu olmak istediysem, o zaman mutluluğun iki katı kötülük toplandı başıma. Ben sakız almak isterken bile bozukluklarımı kaybettiğimi fark ederim."
Gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Ellerinin arasındaki ellerimi de sıktı hafifçe. Kara gözleri açıldığında daha da kabullenmişti sanki halimi. "Sonunda üzülmene izin vermezdim."
"Sen değilsin üzecek. Ben kendimi tek başıma kolayca üzebilirim Mark. Hep böyle oldu. Bir başkasından çok beni en çok ben üzdüm."
"O zaman senin kendini üzmene izin vermem Renee." Dedi sahici bir şekilde kaşlarını kaldırarak güvence vermek ister gibi.
"Bunun için evlilik gerekmiyor. Ben evlilikte mutlu son görmüyorum Mark. Lütfen." Diye mırıldandığımda iki elimi de birleştirip ellerime göz attı. "Mark. Sen kal burada benim için. Arkadaşın için gelebildiysen, benim için de kalabilirsin."
Bana baktı. "Bu konuda üzerine gelmek istemiyorum ama yine de düşün Renee sadece. Karmaşıklaştırma her şeyi. İstediğin an gideriz." Dediğinde kafamı salladım. "Şimdilik sadece virgül koyuyorum. Üzülme diye."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lolita
FanfictionGözlerini kapattı, açtı. Boğazındaki çıkıntılı adem elması kımıldadı. "Karşında bir bıçak duruyor ve sen kendini ona bastırıyorsun sonra da gelip beni suçluyorsun." Nefes aldı, ben soluksuz kalırken. © kayipdoktor | 2019