2.1

909 99 33
                                    

James Arthur, Impossible.

____

Kahvaltı için bir şeyler atıştırıp midemin sesini kestikten sonra evi baştan aşağı temizlemeye başlamıştım. Önce mutfak sonra salonun ardından odam ve kirli çamaşırlarımı makineye atıp makineyi çalıştırmıştım. Her yeri silip süpürdükten sonra ılık bir duş alıp pijamalarımı giymiştim ve saçlarımı kurutup salondaki büyük koltukta çizimlere devam ediyordum.

Orta sehpaya bıraktığım telefonuma gidip duruyordu gözlerim. Kimden ve neyden haber beklediğimi bilmiyordum ama beni diken üzerinde oturuyormuşum gibi hissettiren bir his vardı.

Paolo ile duşa girmeden önce telefonda konuşmuştuk. Her şeyin yolunda gittiğini ve bir değişiklik olmadığını söylemişti. Ama yine de bir türlü çizmeye çalışırken dalıp dalıp duruyordum.

Mark'ın dün geceki hali elbette normal değildi. Lucas'ın hatırlamadığını ilk öğrendiğinde verdiği tepki bu kadar ağır olmamıştı. Fazla durgundu ve bir şeylerin olup olmadığını sormak için mesaj atmak içimden gelse de buna hakkım olmadığını bir yandan biliyordum. Sormuştum ve Lucas hakkında olduğunu söylemişti zaten. Daha ne kadar üzerine gidebilirdim ki?

Bir süre çizimlere devam ettim ve en sonunda kafamı koltuğun arkasına yaslayıp tavana diktim gözlerimi, derince bir nefes vererek. Kafamın altındaki kazağı fark ettiğimde hala bıraktığı yerde durduğunu anladım. Etrafı toparlarken onu burada bilerek bırakmıştım aslında. 

Kapı zilim çaldığında bu hisse yabancı olduğumu düşündüm. En son ne zaman çalmıştı?

Yerimden kalkıp kapıya ilerledim ve önce apartmanın düğmesine bastım sonra da dairenin kapısını açıp merdivenlere baktım. Aşağıdaki ağır demir kapının hızla kapanış sesi geldi ve ardından merdivenlerdeki adım seslerini duydum.

Açık kahve saçlar görüş alanıma girdi. Sırtında siyah bir çanta vardı. Gözünün önündeki saçları geri çekerek bana baktı ve kısaca güldü.

"Jaehyun?"

"Habersiz geldim. Ama numaran yoktu." Dedi naif ses tonuyla kısık bir şekilde.

"Sorun değil. Bir şey mi oldu?" Diyerek geçmesi için kapıyı açıp ona kolaylık sağladım.

Içeri girerken nefes nefese kalmıştı. "Yok. Mark gidince senin yanına uğramamı istedi de."

Kaşlarım çatıldı hızla. Kapıyı kapatıp ona döndüm. "Mark gidince?"

Kaşlarını havalandırıp olağan bir şekilde kafasını olumlu şekilde salladı. "Evet. Gitti."

Dudaklarımı nemlendirip yutkundum. Boğazım daha çok şişmişti sanki. "Nereye gitti?" Mideme sancılı bir kramp girmişti ki elimi oraya götürecektim.

"Seul'e gitti."

"Hangi... Seul?"

"Renee Mark sana söylemedi mi gideceğini?" Diye sorup anlamayan bakışlarla yüzümü incelerken sırtımdan aşağı akan soğuk terleri hissedebiliyordum. Mide bulantım artmıştı.

Fransa'da Seul diye bir yer yoktu ama.

"Nereye gitti Mark?"

"Kore'ye döndü. Bana senin haberin olmadığını söylemeyince ben de biliyorsun sandım."

Yaşadığım anın gerçekliğini sorguladım. Ona öylece bakmaya devam ederken o da neler olduğunu anlamaya çalışıyor gibi görünüyordu.

Karnım ağrıyordu. Midem bulanıyordu. Mark gitmişti? Gitmişti. Gerçekten gitmişti. Hem de bir sebep belirtmeden, haber vermeden. Dün  gece birlikte uyumamız bu yüzden miydi? Kollarımda uykuya dalışı, durgunluğu ve dalgınlığının sebebi bu yüzden miydi?

Ne olacağını bilmiyordum ama kalması için tek sebep Lucas'tı zaten. Onu bulmuştu ve Jaehyun'a emanet edip gitmişti. Aklıma gelen tek mantıklı olay buydu.

"Iyi misin sen?"

Kafamı salladım.

Iyi değilim. İyi değilim.

LolitaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin