2.8

917 88 29
                                    

Chase Atlantic, Her.

___

Eve geri dönerken kafamın içinde birkaç yükün birden dışarı atıldığını ve daha da yükselmeye başladığımı hissettim. Sıcak hava balonu gibi. Sırf Jaehyun beni yanlış anladı diye girdiğim stres yetmezmiş gibi Destini'nin beni tekrar yaralaması ağır gelmiş olsa da bir şekilde her şey biterdi.

Her şey biterdi?

Günün sonunda Mark ile evime tekrar gitmek bazı şeylerin, bir şekilde bitemediğine de tanık olmama neden oluyordu. Mark ile neydik ve ne olacaktık umurumda değildi. Birbirimize iyi gelmiyorduk ama o olmadan nasıl günlerim berbat hale geliyorsa onun da öyle oluyordu. Birbirimize iyi gelmeyip yine birbirimize düşmemiz ne demekti nasıl tanımlanırdı bu konuda da henüz bir fikrim yoktu.

Karanlık sokağın başından dönerken, az önce Jaehyun ile Mark'ın konuşmalarını hatırladım. Ne ara geldiğini sormuştu Jaehyun ona şaşkınca, Mark ise anlamadığım o ana dillerinde yanıtlamıştı onu. Ne dediğini bilmiyordum ama bu Jae'yi güldürmüştü.

"Nasıl hissediyorsun?" diye sordu ıssız sokakta yankılanan yorgun sesiyle.

Ağır adımlarla ilerlemeye devam ederken ellerimi göğsümde toplayıp gözlerimi ayaklarıma çevirdim. "Kilo vermiş gibi hissediyorum. Fazla kilolarımdan kurtulmuşum gibi."

"Hımm." Diye memnun bir mırıltı çıkardı. Hava soğuktu ama üşüdüğümü hissetmiyordum. Zihnen, iyi hissediyordum? Bu alışkın olduğum bir şey değildi. Her zaman, herkes için kendini döküp saçmak da iyi bir şey değildi ancak bu bana iyi gelmişti. En azından, kendiyle savaş içerisindeki Renee için iyiydi.

Apartmandan içeri girip merdivenleri aynı sessizlikte tırmandık. Dairenin kapısını açtığımda da tuhaf hissetmiştim. Kapıyı kapatıp mutfağa ilerleyerek su içmek için bardak çıkarırken Mark diğer ocağın olduğu tezgaha yaslanmıştı.

Su içerken ona döndüğümde beni izlediğini gördüm. Kaşlarımı çatıp kafamı salladım, ne anlamında.

Omuz silkti. Onu inceledim ben de su içerken. Kısılmış zeytin gibi kara gözlerini, her an gülecek gibi belirginleşmiş elmacıkkemiklerinde gezdirdim gözlerimi. Teni bembeyazdı şimdi. Daha önceki günlere göre daha beyazdı belki. Burnunun ucu kızarmıştı bir tek. Bir de gözleri. Gözaltlarındaki morun tonu sanki o bölgenin göçmüş olduğunu gösteriyordu. Siyah saçları alnına dökülmüştü. Üzerinde yine siyah bir kazak ve kot vardı teninin rengini daha da açık gösteren.

"Bu kadar çok özleyeceğini bilseydim gitmezdim. Nasıl bakış o öyle?"

Bardağı tezgaha bıraktığımda nefes nefese kalmıştım soluksuz içtiğim sudan dolayı. Ona döndüm kalçamı tezgaha yaslayarak. "Sen beni özlediğini söylemiştin sanki en son?"

Gözlerini iyice kıstı sinsice bakarak. "Sen nereden vuracağını biliyorsun." Diye söylendiğinde sadece kaşlarımı havaya kaldırdım.

"Jae'ye ne söyledin? Yanımda başka bir dil konuştun. Ne bu kadar gizli olan?"

Kafasını hafifçe eğdiğinde sol yanağındaki benler gözler önüne serildi. "Neden döndüğümü söyledim."

"Gerçekten mi? Neden o zaman kendi dilinde söyledin?"

Güldü. Bu defa güldü. Kafasını eğdiği için net görememiştim. "Bunun kendi dilimde ağzımdan çıkmasını istedim. Biliyor musun? Hoşuma gitti."

"Piçlik yapma. Ne dedin gerçekten?"

Bana döndü. Gülüşü duruldu. "Uzun zaman sonra uyuyabildiğimi söyledim." Diye mırıldandı. Ardından ellerimi saçlarımın arasından geçirdim ama artık kısa oldukları için bu kısa sürdü. "Saçlarını neden kestin? Uzunken daha güzellerdi. Onlara dokunmamıştım. Eğer benim yüzümden kestiysen söylüyorum."

Kafamı iki yana salladım. "Psikolojik. Boktan bir psikolojik takıntı. Zaten az az kesiyordum sonunda pişman olacağım seviyeye gelince durdum. Hep böyle olur boş ver."

Kaşları havalandı ve kafasını aşağı yukarı salladı. "Anladım." Dedi ve bu defa kafasını kaşıyan kendisi oldu. "Sanırım dövmeciye gideceksin bu gece."

Kafamı salladım. "Evet." Kolumdaki saate kısaca baktım. "İki saat sonra."

"Güzel." Diye mırıldandı kafasını kronik bir şekilde sallarken. "Şey. Uyumak için güzel bir zaman dilimi. Yani ben uyuduktan sonra üstümü örtüp kaçabilirsin diye söylüyorum."

Farkına varamadan kısa bir kıkırtı çıktı ağzımdan. Omuzlarım hafifçe sarsılırken kafamı sallayıp onayladım onu. Dudaklarımı birbirine bastırıp yüzüne baktığımda ise omuz silkti sadece. Ben de içeriyi işaret edip odama gitmesi için öncelik sağladım.

Ona kızgın değildim ama kırıktım. Kırığı ilaç ya da dikiş iyileştiremiyordu. Unutmak da mümkün değildi. Ama iyileşmek kimin umurundaydı ki? Bu dünyada kim tam anlamıyla iyileşebiliyordu ki?

Yatağın sağ tarafına geçip yorganın altına girdikten sonra hafif oturur bir şekilde durdum. O da soluma geçip battaniyeyi es geçip kafasını kaburgalarımın üzerine bıraktı. Ellerini sırtımdan geçirdi. Benim ellerim de saçlarının arasındaki yeri aldı ve pencereden içeri sızan sokak lambasının ışığıyla aydınlanan odada gözlerimi tavana çevirdim.

Solukları düzenlenmeye başladı ve bu beni de sakinleştirmeye yetmişti. Siyah saçlarının arasında hareketsiz kaldı parmaklarım. İki saat sonra buradan kalkıp gitmem gerekti ancak döndüğümde onu burada bulmak inanmak istemeyeceğim bir hikâyeydi.

Gerçekti? 

Neşelenelim

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Neşelenelim.

LolitaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin