5. episode:"run away and save yourself."

778 99 46
                                    

31 .12.2019
Billie Eilish, Bored.

Daha ne kadar canım yanabilir diye düşünüyordum da aslında artık yanmaktan çok, hissizliğe doğru koşmaya başladığımı fark ediyordum.

Daha ne kadar ölebilir ki biri? Bir can kaç kere yanmaktan küle dönerdi ve ardından tekrar yanmaya mahkum bırakılırdı?

Sonsuza kadar.

"Mina nerede?" diye sorduğumda sesimin kısıklığını duyarak genzimi temizledim, karşımda kollarını göğsünün üzerinde toparlamış; ayakta dikilen Mark'a bakarak. Siyah saçlarını az önce geri atmıştı ki sıkılmış gibi oflayıp puflayıp duruyordu.

"Ne yapacaksın? Çok mu özledin arkadaşını?"

Benimle dalga geçeceğini anladığımdan gözlerimi diğer çocuklara çevirdim. Beni izliyorlardı ama bakışlarındaki şaşkınlığın nedenini anlamamıştım. Taeyong elinde telefonun ekranı açık bir şekilde dümdüz bakarken Lucas elini beline koymuş muhtemelen nasıl bir şekilde olduğunun bile farkında değildi.

"Ne diye bakıyorsunuz bana? Arayın babamı ne istiyorsanız söyleyin. Sonra da çıkıp gideyim."

"Niye kaçmaya çalışmıyorsun? Bağırmıyorsun falan?" dedi Lucas. Açık kahve saçları alnına dökülmüştü.

"Bu ipleri nasıl çözebilirim? Çözsem beni tekrar yakalar bu antilop."

Hepsi birden sert bir şekilde gülmeye başladıklarında Mark ters ters onlara baktı. Sonra da bana. "Mina geldiğinde hangi dosyaların bize lazım olduğunu söyleyecek ve sen de gidip onları bize getireceksin."

"Ne dosyası?"

"Babanın dosyalarından birkaçı."

"Neden size lazım?" diye sormaya direttiğimde o kafasını çevirip sinirle soludu.

"Lazım işte. Sende hiç korku yok mu ya?"

"Dengesiz misin sen? Ayrıca siz değişim öğrencisi falan değil misiniz? Ne bu adam kaçırma, tehdit etmeler falan? Resmen beni bağladınız." Dedim sesimi yükselterek hepsine bakarak.

Mark bir adım yaklaştı. Aramızda iki adım kaldığında ellerini dizlerine yaslayıp bana doğru eğilerek gözlerini kısıp bana baktı. "Bak. İnatçı Fransız. Sadece piyonun tekisin. İşini yap ve sessiz kal. Dışarıdan bakıldığında pek de sesi çıkan birine benzemiyorsun zaten. İçeriden de öyle ol. Uslu ol."

Ben de onu taklit edip gözlerimi kıstım. "Yaklaşsana bir şey söyleyeceğim." Dedim gizemli ve sessiz bir tonda.

O da kaşlarını çatıp bir adım daha yaklaştı. Dilimin üzerindeki tükürüğü toplayıp kuvvetle yüzüne doğru tükürdüm ve donuk gözlerle ona baktım. Gözlerini yumup eliyle yüzünü sildi. Dişlerini sıkarak geri çekildi ve bana bir yandan o dik bakışlarını göndermeye de devam etti.

"Çok kötüsün." Dedim. "Pisliğin tekisin."

"Az önce bir yüze tüküren de bendim zaten." Diye söylendi. Hala dişlerini sıktığı için çene kasları çukurlaşmıştı.

"Ne oluyor burada?" Mina'nın sesini duyduğumda Mark ve gözlerimiz sözleşmiş ya da bir yarışa girmiş gibi birbirinden ayrılmıyorlardı. Merdivenlerden inip Mark'ın yanında duraksadığında, bana baktığını hissetmemle çevirdim kafamı.

"Beni burada tutmaya devam ettiğiniz sürece sizin iyiliğiniz için hiçbir yardımda bulunmam." Dedim net bir şekilde.

Mina da gözlerini devirip bana yaklaştı. Arkama geçip ipleri çözdüğünde çocuklar itiraz nidalarıyla araya daldılar ama o sıkıntılı sıkıntılı ofladı. "Tutun dedim bağlayın değil. Adam kaçırmadık sadece korkutup konuşacaktık yani küçücük kızı tutamadınız ya, hayvan gibi çocuklarsınız."

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin