24. episode:"i can't make you love me."

636 87 89
                                    

31.01.20
Angèle, Tout oublier

×

Benimle ne kadar nefes alabilmişti, bunu belli ettiğine tanık olmamıştım ama boğulmuştu onunla.

Boğulurken bile onunlaydı.

Bunu benzettiğim şey, ölmeye yakınken onunla olduğu ama yaşarken benimle olduğuyla. Benimle olmuyordu bile. Sadece saçma bir somutluktan ibaretti. Daha fazla olmamıştı ve olacağını sanmıyordum zaten.

Öğleden sonra bir şeyler yememizin ardından duş almıştım ve bornozumla kıyafetlerimi çoktan yerleştirdiğim tek kişilik giysi dolabına göz atıyordum dakikalardır. Lucas, havaalanına arkadaşlarını almaya gitmişti. Bugün kendimi biraz sorumluluk sahibi hissediyordum çünkü kendi ülkemi tanıtma görevini üstlenmiştim. Tabii ki de bundan şikayetçi değildim, uzun zamandır dışarı çıkmadığımın hatta yıllardır gitmediğim yerler olduğunu biliyordum. Belki de en azından dünü unutturacak bir gün olabilir diye umuyordum.

Uzun zamandır giymediğim koyu kahve eteğimi, çorabımı, krem rengi triko kazağımı çıkarıp hepsi teker teker üzerime giydikten sonra kuruttuğum saçlarımı bol bir şekilde örüp omzumdan aşağı bıraktım ve çekmecede bulduğum koyu kahve, ressam şapkamı da kafamı geçirdim.

"Renee müsait misin?"

Jaehyun'un sesini duyduğumda irkildim. "Evet..." diye mırıldandığımda kapıyı araladı ve kafasını çıkarıp üzerime göz gezdirdi.

Hafifçe gülümseyerek. "Hoş görünüyorsun..."

"Teşekkürler." Dedim ben de ufak bir tebessümle.

"Ben gelemeyeceğim, biriyle görüşmem gerek. Lucas arkadaşlarıyla buraya gelecek, buradan birlikte gidersiniz. Olur mu?"

"Tabii ki. Kiminle görüşeceksin?" merakla sorduğumda gözlerini yere çevirdi ve hızla tekrar bana çıkardı.

"Bir arkadaşım sadece. Görmem gerek. Size iyi eğlenceler. Geç kalmayın."

"Peki. Sen de." Diye konuştum, o kapıyı kapatmadan önce kıkırdarken.

Kiminle görüşeceğini merak etmiştim ama kendisi söylemek istemiyorsa, söylemeyebilirdi. Sonuçta, çok naif birisiydi ve fazla yakışıklıydı... Kalbinin boş olacağını ya da boş bırakılacağını sanmıyordum zaten.

Telefonumu alıp odadan çıktığımda Jaehyun da dış kapıdan çıkmıştı. Ben de salona girip etrafa bakındım. Mina telefonuyla uğraşırken beni gördüğü gibi bana yaklaştı. Saçlarını geriye atmıştı ve kakülleri düzgünlerdi. Üzerinde şaşıracağım bir şekilde kendi gömleği olduğunu anladığım beyaz üzerine siyah çizgili gömleği, altında da kotu vardı.

"Lucaslar aşağıdaymış kapıyı açmaya gidiyorum." Dedi ve aceleyle yanımdan geçti. Muhtemelen kendisi sormuştu, telefonuyla da bu yüzden uğraşmıştı. Mina ve Mark'ın gelmeyeceğini sanıyordum aslında. Mina'nın bu heyecanına bakarsam, kendisi de gelmek için can atıyor gibiydi.

Onun peşinden kapıya ilerlerken Mark odasından çıktı ve karşı karşıya kaldık. Mina ileride kapıyı açıyordu ve biz Mark ile birbirimize bakakalmıştık.

Siyah saçları dağınıktı ve bunu görmek parmak uçlarımı sızlatmıştı. Üzerinde yeşil kazağı ve altında da yırtık kotu vardı. Donuk bakıyordu ama onun asla donuk bakamayacağını biliyordum artık. Bunun bile bir anlamı vardı yani. Donuk değildi ama dalgındı. Düşünceliydi daha çok. Gözlerime o birkaç saniyelik anda, birkaç tonluk ağırlık yüklemeye başladığında buna dayanamayıp kafamı çevirerek kapıya ilerleyen ben olmuştum. Bu acının altında kalabilecek kadar sabrım yoktu artık. Sadece ondan uzak kalmam gerektiğini hissediyordum ama bir şekilde burun burunaydık. En acısı da bu, somut değildi.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin