32. episode:"what did we do?"

610 73 66
                                    

11.02.2020

Kırmızı çok tuhaf bir renk.

Doğarken de ölürken de ilk onunla tanışıyoruz yani. Kırmızı insanların vücutlarına hapsettikleri bir renk. Şu an doğmuyor ya da ölmüyorum ama gözlerime o renk takılıp duruyor.

Her açılış kapanışında buğulu görüntüsü netleştikçe iyice kısıp odaklamaya çalıştım görüntüsünü.

Bembeyaz bir tenin üzerinde leke gibiydi. Ama bu izin ne olduğunu anladığım anda karnıma bir ağrı girdi. Midem bulanıyordu, bunu gözlerimi açtığımdan beri hissediyordum ama gurulduyordu da midem. Sanki yerimden kımıldasam daha da kötüleşecektim.

Gözlerimi yukarı kaldırıp görüş açıma giren çeneye baktım. Mark'ın sivri çenesine aşağıdan bakıyordum. Onun üzerinde uyanmayı beklememek bir kenara, ne uyuduğumu bile hatırlamıyordum. Şakaklarımdaki iğrenç sızı mide bulantımı daha da tetiklediğinde gözlerimi sıkıca kapatıp açtım ve yutkunduğum gibi genzime nükseden acı tatla yüzümü buruşturdum.

Kafamı kaldırıp ellerimi hissedebildiğim anda onun omuzlarına bastırarak doğruldum ve ona baktım.

Siyah saçları iyice karışmıştı. Dudaklarını büzmüştü uyurken, gözleri hala uykunun derinliklerinde olduğunu anlayabileceğim derecede huzurla kapalıydı. Bebek gibi görünüyordu. Ama üstü çıplaktı. Karnının üzerinde oturduğumun farkındalığıyla bir ayağımı yere bastım ve onun üzerinden kalkıp ayakta durdum. Büyük kahverengi koltukta uyanmıştık.

Üzerimde onun gömleği olduğunu görünce aklımda bulanık sahneler dönmeye başladı. Ellerimle midemi tutup etrafı incelemeye başladığımda, gözlerimi irice açmak zorunda kaldım çünkü bu olanları hatırlamadığıma yüzde yüz emindim. Bir adım atıp yemek masasının olduğu tarafa dönecektim ki ayağım bir şişeye denk geldi ve şişe gürültüyle yuvarlanarak duvara çarptı.

Yerlerde bir iki tane koyu yeşil, birkaç tane de siyah cam şişeler vardı. Birkaç adım atmayı hedeflemiştim ama bir şey engel oldu ve geri geri gittim, geldiğim yere. Bacağıma bağlı ipi gördüğümde dudaklarım aralanmıştı. Kırmızı bir iple ayak bileğim, Mark'ın ayak bileğine bağlıydı. Az önce ileri atmayı hedeflediğim adımımdan dolayı geri çekildiğimden onun bacağı da aşağı sarkmıştı ve şimdi kaşlarını çatmış gözlerini aralamaya çalışıyordu.

"Renee?"

Yoğun ve uykulu mırıltısını işittiğimde zorlukla yutkunup gergince ona baktım. Tek elini ensesinin altından çekip çıplak kollarını iki yana açtığında yorgunca kafasını geriye attı. O an uyanmaya çalışırken gördüğüm kırmızı lekeyi boynunda gördüm. O benlerinin üzerinde. O... ruj lekesi miydi?

"Mark? Sormaya korkuyorum ama..." genzimi temizledim. "Bir şey hatırlıyor musun?" dedim gözlerimin de ağrıdığını hissederken.

Kaşlarını çatıp gözlerini kısarak bana doğru çevirdi kafasını. "Ne gibi bir şey?"

"En son dans ediyorduk da ben sanırım unuttum." Elimi kafama atıp karıştırdım. Ve ayaklarımıza bağlı ipi işaret ettim. "Sence bu nereden geldi?"

Yattığı yerden homurdanarak doğruldu ve işaret ettiğim yere baktı. Düşünceli bir şekilde kurdeleyi izlemeye başladıktan sonra derin bir nefes verdi. "Ne yaptığımızı çok merak ediyorum. Ne yaptık biz?" diye mırıldanırken kendi kendime gözlerimi devirdim.

12 SAAT ÖNCE...

"Renee uyudun kaldın mı yoksa? Ses versene kızım."

Kafamı iki yana salladım hala dans etmeye devam ederken. "Ses verilmez ki Mark. Ben sana başka bir şey versem. Mesela kollarımı al sarıl bana." Diye mırıldandım başım iyice dönerken. Gözlerimi daha da kapatınca bu hiçbir işe yaramamıştı.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin