06.02.20
Julia Stone, Winter On The Weekend-
Kayboluşla ilgili bir yığın şey okumuştum ama bunu yaşadığında tadabileceğini ancak anlayabiliyordum çünkü bu ağzımdaki acı tadın başka bir manası olamazdı.
Bir de sade kahve tabi. Bana pek iyi şeyler hatırlatmayan koyu kahve. O gün beni uykusuzluktan öldüren, düşüncelerle kanlı bıçaklı olmama neden olan kahve.
Jaehyun daha uyanmamıştı. Sabahın köründe kalkıp su içtiğimden beri 4 saat geçmişti ve bu sırada uyuyup uyandıktan sonra Mina'nın evden çıkıp gittiğine tanık olmuştum.
Yani bana kötü şeyler çağrıştıran kahveyi içtiğim masada, Mark ile yalnızdım.
Günün sonunda hep onunla kalıyormuşum gibi hissetmemin sebebi de tam olarak bunun somut olarak gerçekleşmesindendi. Yani işte sessizce karşı karşıya oturmuştuk ve karşılıklı susuyorduk. Bu konuşmaktan iyiydi. Onun sesini duymak ne zaman olursa olsun bana iyi geleceğini bilsem de onunla susmak da iyiydi. Tabii, o gece kollarımda uyuyakalışını geçemiyordu hiçbiri.
Ellerimin arasındaki sıcak kupayı masaya bırakıp ağır bir hareketle geriye yaslandım. Mark'ın köprücük kemiğine kadar açılmıştı giydiği kapüşonlu kazağın yakası. Kolları bile uzundu ve masaya kollarını yasladığı için ellerinin yarısı örten kazağının uçlarını görebilmiştim. Bembeyaz, süt gibiydi teni ve bu da ironiydi. Sütü nasıl sevmezdi ki? İşte orada, teninin rengindeydi.
Gözlerim yüzüne çıktığında dalmış siyah gözlerine baktım. İnce dudaklarını birbirine bastırmış, uykulu ve düşünceli arası bir yüz ifadesi vardı. Ne kadar huzurlu görünüyordu, onu uyurken izlediğimde de anlamıştım bunu oysa. Ama güzel şeyler de uzun sürmezdi. Sonunda huzur bozulur, uykudan uyanılırdı. Dünya sürekli endişe bulutlarını hayatlarımıza daldırırdı.
"Ne düşünüyorsun?" dedim dayanamayıp, kısık sesle.
Gözlerini birkaç kez hızla kırpıştırdı ama bana bakmadan, "Karışık." Diye mırıldandı yorgun bir tonda. O cızırtılı ve kalın tondaki sesini dakikalar sonunda duymak vücudumdaki buzu çözmüştü. Halbuki bir cümle bile kurmamıştı o. Yalnızca bir kelime sunmuştu.
"Ne zaman karışık değil ki? Mina ile konuştun mu?"
"Ne hakkında?" dediğinde anında kaşlarını çatıp, ufak siyah irislerini bana çevirdi.
Gergince, "Karışık." Diye mırıldandım. Hafifçe dudakları kıvrıldığında karnıma gerginlikten kramp girmişti.
"Lucaslara gitti. Canı sıkılmış öyle dedi gitmeden önce. Belki de yalnız bırakmak istediği birileri vardır."
Kaşlarım çatıldı. "Jaehyun ve benden mi bahsediyorsun?"
Kafasını olumlu bir şekilde salladı gözlerini masaya çevirdiğinde. "Dün gece siz tartıştıktan sonra salonda konuştuk. Senin üstüne geldi diye birkaç şey söylerken kendini fazlalık hissettiğinden falan bahsetti."
"O mu kendini fazlalık hissediyormuş?" dedim şaşkınca bir anda, kendimi tutamayarak. Mark da artık neler düşündüğümden haberdar olduğu için buna dudaklarını gülüşünü kısıtlamak için birbirine bastırarak ve kafasını olumlu bir şekilde sallayarak karşılık verdi. "Ben ne anlatıyorum, o ne yapıyor... Pardon ama gerçek bencil o. Sen ya da ben değil cidden, o yani."
Gözlerini baygınca kapatıp açtı. Tam olarak gözlerime tekrar baktığında direk, "Evet bencil o." Dedi. "Ama hala anlayışsız değil. Yani bir şeylerin farkında."
![](https://img.wattpad.com/cover/207293690-288-k482666.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Vie En Rose
Fanfic"Hayata toz pembe bakıyor oluşumun, kült siyah nedenleri var." © kayipdoktor | 2019