18. episode:"friends...family."

669 95 87
                                    

25.01.20
Julia Stone, My Baby.
Galiba oylamaya unuttuğunuz bölümler var bir elden geçirseniz düzenli bölüm atmaya başlayacağım :$

~

Her seferinde yeni bir sayfa açmak için can atıyoruz. Ama sonunda hep o boş sayfaya isteksizce bakakalıyoruz. Bu yüzden bir sürü defterimiz var ve hepsini de nasıl kullanacağımızı bilmiyoruz.

Bütün dertlerin ortasında canımız yanarken, aklımıza nasıl dağınık ve sisli gelmeye başlıyorsa artık hayat, ihtiyacımız olanın sadece yeni; tertemiz bir sayfa olduğuna inandırıyoruz kendimizi. Biliyorum. Bunu, direk olarak kendimden biliyorum.

Önceleri kısmen hissettiğim bu dağınıklık ve sisli hal şimdi düzene oturtulmuştu ve dediğim gibi bu yeni bir sayfaydı belki. Ve tabii ben de bu sayfaya sadece bakakalmıştım. Aslında ne yapmam gerektiğiyle ilgili karmaşık görevlerim yoktu. Jaehyun her şeyi hallediyordu. Benimle konuşuyordu. Bana isteklerimi de düşüncelerimi soruyor, merak ettiklerimi merak ediyordu. Benimle gerçek manada bir kardeş olarak ilgileniyordu. Ve sanki biraz da birlikte olamadığımız yıllar yüzünden daha özenle yapıyordu bunu.

İki gün boyunca okuldaki o iki sınavın telaşıyla geçirmiştim geceleri. Kötü geçmeyeceğini bilsem de, hatta benim için yüzdeliği yadsınamaz bir gerçek olsa da kalbim asla rahatlamıyordu, rahatlamazdı. Şimdiye kadar en ufak problemi bile kalbime sıkıntı ettiğimden o da böyle yaşamaya alışmıştı kaburgalarımın arasında. Sürekli, öyle çırpınır haldeydi ki bir zaman sonra bunun heyecan çırpıntısı mı yoksa yardım çağrısı mı olduğunu bilemiyordum. Ve bazen, beni öldürecek olanın bir dert değil de; kalbim olduğunu düşünüyordum.

Bunu bu gece de hissetmiştim.

Üç mü yoksa dört gün mü geçmişti hastanedeki o günden, tam olarak kestiremiyordum. Sadece yine o misafir odasındaydım ve evdeki herkes uyuyordu. Buraya biraz daha yerleşmiştim bu sırada. Telefonum yatağın üzerindeki komodinin üzerinde, giysilerim boş tek kişilik ahşap dolabın içindeki askılarda ve günlüğüm ellerimin arasındaydı. Komodinin üzerindeki gece lambasının ışığıyla oturuyordum dakikalardır aklım, olan biteni baştan sona gözden geçirmekle meşgul olduğundan boş sayfaya tek bir kelime bile yazamamıştım.

Mina, birlikte olan ödevimizi kendisi tamamlayıp vermişti hocaya. Bunu öğrenmiştim.

Sonra, o gün beni konuşturmak için götürdükleri Mina'nın değil Lucas ve Taeyong'un kaldıkları evmiş. Bu evde önce Jaehyun ve Mark yaşıyormuş, Mina ise Lucas ve Taeyong'un dairesinde yaşıyormuş ama neden en başta bu evde yaşamadığını sormaya çekindiğimden dolayı olayı derinlemesine bilmiyordum. Yalnızca şu an bu evde Mina, Mark, Jaehyun ve ben kaldığımı görebiliyordum.

Babamdan raporları çalıp onlara götürürken arasına sıkıştırdığım kitabı henüz bitirmemiştim. O da kucağımdaydı şimdi. Bir şeyler okumak ve biraz da içimi dökmek için uzun zamandır tek kelime söz etmediğim günlüğüme içimi açmak istiyordum ama beynim o kadar meşguldü ki, değil yazmak kalemi parmaklarımın arasında tutabilecek gücü bulamıyordum ve değil okumak, gözlerimi daldıkları yerden çekip alamıyordum. Ben ve düşüncelerim vardık. Uyku da uzaktı artık.

Bir de ağlayabildiğim tek yer bu oda olmuştu. Koridorun en sonunda, en uzaktaydı ve hıçkırıklarım yanlışlıkla sıkıca kapattığım dudaklarıma ihanet edip kaçsa da şanslıydım. Şanslıydım? Rahatça ağlayabildiğim ve bunu kolayca saklayabildiğim içindi bu. Ama gündüz olunca gülmem gerekti. Eskiden annem sandığım insan için bu çabayı amaç edinmiştim ancak şimdi Jaehyun içindi. Rahatsız hissetmiyordum. Ama hala şu vardı: Bir insan gülümsemek isterken neden gözleri dolardı ki?

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin