17.episode:"You&Mina."

629 99 80
                                    

24.01.20

Bülow, You&Jennifer (You&Mina, Mutlaka sözlerine bakın. Aylardır bu şarkıyı kullanmayı bekliyorum.) *Cidden oylanmayı hak etmeyen bir hikaye mi, neden kimse ilgi göstermiyor*

$$$

Irene ve Jennie ile her şeyi konuşalı on dakika oluyordu.

Her ikisi de bana endişeli ve dalgın bakışlarıyla izlerlerken, yanımda oturuyorlardı. Jennie sağ tarafımda ellerini birleştirmişti ve Irene'in de bir eli kolumdaydı. Zaten hayatımda sadece iki arkadaşa sahip olabilmiştim. Onların da beni hep desteklemeleri büyük bir şanstı.

"Şimdi nasılsın peki?" diye sordu Irene, iyi olduğumu duymak için can attığı belliydi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Şaşkınım ama ayak uydurmaktan başka çarem yok. Böyle olmak zorunda. Lise bitince gideceğiz." Diye mırıldandığımda şaşkında elini kolumdan çekti. Ona dönüp baktığımda hafifçe dudaklarını aralamış olduğunu gördüm.

"Yani, taşınacaksın? Bir daha gelmeyeceksin?"

"Tabii ki gelirim. Her zaman iletişim halinde oluruz."

"Ama buradaki gibi olmaz..." dedi Irene, o an Jennie genzini temizlediğinde Irene dudaklarını nemlendirdi. "Ama senin mutlu olman önemli, nasıl istersen her şey öyle olmalı." Gülümseyerek gözlerini kapatıp açtı.

"Teşekkür ederim. İkiniz de hep yanımda oldunuz." Jennie'ye dönüp ona da gülümsemeye çalıştım. O da uzanıp sırtımı sıvazladı.

"Her zaman. Ne kadar uzakta olsan da yanında oluruz." Diye desteklediğinde bu sıcaklığı hissettim. Şimdiye kadar babamın olduğu o soğuk hayata dayanıyor olmamın tek sebebi belki de biraz da onlardı.

Birkaç dakika daha konuştuktan sonra babaları iş seyahatinden döneceği için eve erkenden gitmek zorunda kaldılar. Lucas ve Taeyong da onlarla birlikte çıkmışlardı. Yani böylece ben, Jaehyun, Mark ve Mina kalmıştık. Ben salondaki büyük koltukta oturuşumu sürdürürken, Jaehyun'un Mark'ın odasında uyuduğunu biliyordum. Mark ve Mina da mutfağı toparlıyorlardı. Aralarında kendi dillerinde mırıltılar duyuyordum ama anlamıyordum elbette. Sadece biraz yalnız hissettirmişti bu beni.

Onların arasındaki bağı fark etmemek aptallık olurdu. Birbirlerini sahiplenişlerini ve yanlarında oluşlarına tanık oluyordum her an. Hafifçe omzumun üzerinden dönüp onlara göz attığımda Mark'ın Mina'ya kıkırdadığını gördüm. Mark'ın yüzü bana dönüktü Mina'nın yüzü ise ona dönüktü ve bana sırtı dönüktü. Mark ona gülümserken Mina elini kaldırıp Mark'ın siyah saçlarına daldırdı ve karıştırıp bıraktı. Bununla birlikte kalbime tarifi yutağımı baskılayacak bir ağırlık oturmuştu.

Mark bir an benim ona baktığımı fark edip gözlerini yüzümde gezdirince önüme dönmüştüm. O sırada da Mina salondan çıkmıştı ve lavaboya gittiğini anladığım şekilde koridorun sonundaki kapıyı açıp kapatmıştı.

Hayatta şanslı olduğunu fark etmeyen bir sürü insan vardı belki de. Saçlarının arasında ellere, kalbinde bir sevgiye ve yüzlerinde gülümsemeye sahiptiler. Sahip olduklarının farkında olmamalarını görmek beni daha da büyük bir acıya sürüklüyordu. Ama alışıktım; ben hep uzaktan izleyen o depresiftim işte.

"Kahve içmek ister misin Renee?"

Kurumuş boğazımı temizleyip yutkundum ve ona döndüm. Buraya dönük olan tezgahta su ısıtıcısına su ekliyordu. "Teşekkürler, eğer zahmet olmayacaksa?"

Kafasını iki yana sallarken siyah saçları alnında dans etti. "Sorun değil. Mina ve kendime de yapıyorum." Diye mırıldandı yalnızca.

Ben de öylece, dikkatle onu izledim. Mina gelene kadar.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin