12. episode:"wrong feels right, right feels wrong."

678 95 49
                                    

10.01.20
Lady Antebellum, Ocean.
×

Ölen kadın hakkında hiçbir şey bilmiyordum.

Ölüp kaldığı ya da hala nefes alıp almadığı aklımda olasılıklardan öteye geçemiyor, beni rahatlığa kavuşturamıyordu. Ama biliyordum, bilseydim de başka şeyler bırakmayacaklardı peşimi. Biliyordum ki, hayatta ne yolunda gitse arkasından bir kırıklık bırakacak ve ayaklarımın topuklarını yaralayacaktı ve beni geri dönüşsüz yaralayacaktı.

Duş boyu bunu düşündüm. Dizlerimdeki yaraların çizgileri hala duruyordu ve biliyordum, izlemiştim birkaç operasyon videosu. Dikiş gerekmeyen yaralar çabuk kapanıyordu ama izleri hep kalıyordu orada. Dikişler de estetik olmadığı sürece çok çok ince bir çizgiyle kendilerini belli ediyorlardı. Vardı ayağımda, geçmemişti hala. Küçüklüğümde ilk ve son yaramazlığımın kanıtı olarak sağ ayağımın iç kenarında duruyordu o dikiş izi. Babam dikmişti ve sonra da sokağa çıkıp oynamamı yasaklamıştı.

Kısıtlamalar ilk olarak böyle başlamıştı.

Duştan çıktıktan sonra bornozumla odama geri döndüm ve yatağım üzerindeki giysilere göz attım. Sabah saat 6 yerine 5'de kalkarak ilk kez alarmdan bu kadar erken kalkmıştım. Çünkü gece de uyuyamamıştım. Aslında neredeyse hiç uyuyamamıştım. Düşüneler kendi aralarında çoğalıp, art arda dosya açan virüsler gibi durmadan beynimi işgal ettiğinden uyku bana uzak bir kara parçası olarak kalmıştı.

Sonuç olarak yalnızca kalkıp biraz ders çalışmamın ardından duş almıştım ve giyinmek ardından da okula gitmek için hazırlanıyordum.

İç çamaşırlarımı üzerime geçirip siyah kalın külotlu çorabı giydim. Yüksek bel, diz altı eteklerimden siyah olanı giyip fermuarını sonuna kadar çektikten sonra koyu gri, kalın triko kazağı da üzerime geçirip kuruttuğum saçlarımı dolabımın önündeki aynada bolca ördüm.

Bugün daha iyiydim ve daha kötüydüm.

İyiydim, çünkü kayalıklardaki küçük deniz macerası beni rahatlatmıştı. Paralar harcayıp en iyi psikiyatriye gitmekten daha iyi olmuştu bu. Daha iyiydim çünkü tek sebep ciddi anlamda o kayalıklardı. Hala genzime nükseden tuzlu kokuyu algılayabiliyordum.

Ve kötüydüm... Çünkü hala vardı bütün o karmaşık hislerle kaplı toz bulutu kaburgalarımın üzerinde.

Kadife, açık kahverengi çantamın içine not defterimi yerleştirmem uzun sürmedi. Çantamı sırtıma yükleyip odamı terk ederek portmantoya giderken mutfaktan gelen sesleri duymazdan geldim, muhtemelen annem kahvaltı hazırlıyordu ama babam sabaha karşı geldiği için onu bekleyeceğini biliyordum. Birlikte kahve içmeden çıkmadıkları gibi, birbirleri ile olan bu işbirliklerini aklım almıyordu.

Yine de en azından okula kadar bunları düşünmemek için botlarımı, kabanımı ve uzun zamandır giymediğim açık kahve ressam şapkamı giyip, anahtarlarımı çantama atarak dışarı çıktım ve sokağın ucuna doğru yürüdüm.

Hava daha durgundu ama yine bulutluydu.

Taksi çevirip bindikten sonra yol boyu notlarımı karıştırmaktan başka yapacak bir şey gelmemişti aklıma. Telefonumun en son ne zaman bir bildirimle beni uyardığını unuttuğumu, duyduğum an anlamıştım. Çantamın önünden çıkarıp telefonu açtığımda kaşlarım çatılmıştı.

Bilinmeyen Numara: Arabama kulaklığın düşmüş.

R: Mark?

Bilinmeyen Numara: Numaranı Mina'dan aldım. Ama bu hafta okula gelemeyeceğiz, kulaklığını almak için konum atabilirim sana.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin