26. episode:"mothers do that."

621 91 97
                                    

03.02.20

Billie Eilish, When The Party Is Over.

bu bölüme bolca yorum yapabilir misiniz? satır aralarını çıplak bırakmayalım
ne olur:(♡

-

Dakikalardır ellerimin arasında duran ufak ayıcığa bakıyordum. Anılarım canlanıyordu ama hiç ölmemişlerdi bile onlar henüz.

Kolumu kaldıracak halim yoktu. Yorgunluğu aklımın içinde bile tanımlayamıyordum artık. Buraya kadardı sanki, artık dizlerimin üzerindeydim ve ucu bucağı görünmeyen yolun buğulu sonsuzluğuyla burun burunaydım. Artık yüklerin tonlarca ağırlığı, saçlarımın kırıkları ya da gözyaşlarımın dilimi yakan tuzları umurumda değildi. Dizlerimin üzerine yıkıldığım andan sonrası ölüme yakındım, intihara uzak. Bu yüzden ölmekten korkmuyordum ama nefret ediyordum beni bulamamasından.

Her şey film şeridi gibi geçmeye başladığında bir sahneyi de yakalayıp göz atamadım. Dalgın bir şekilde ayıcığı yastığımın altına sıkıştırdım, kalkıp giysi dolabını kapaklarını açarak katlı giysilerin arasından lacivert kotu; mavi sweatshirtü alıp giydim ve pijamalarımı da katlı giysilerin üzerine tıktım.

Saçlarım hala örülülerdi ve fazla bollaşmış olsalar da onları açmadım. Tekrar örmeye ya da toplamaya halim yoktu çünkü. Öylece mutfağa gittim ve çoktan herkesin yerini aldığı masada kendim için boş sandalye bulmaya çalıştım.

Yoktu.

Mina ve Mark yan yana her zamanki yerlerinde oturuyorlardı. Jaehyun'un sırtı dönük olduğundan onu tanımıştım ama yanında oturan, kumrala yakın açık tondaki saçlara sahip kızı bilmiyordum.

Kaşlarım çatılı öylece onları izlediğimden beni fark eden Mina olmuştu. Belki Mark da fark etmişti ancak tek kelime etmemişti.

"Renee, günaydın. Senin için sandalye getirdim yanımda bak, gel."

Sıcak bir tonda konuştuğunda çözülüp yanında doğru ilerledim. Diğerleri de beni fark edip yüzüme bakıyorlardı, hissediyordum bu bakışların ağırlığını ama solgun surat ifademle gözlerine bakmak istemiyordum. Mina'nın yanına geçip oturduğumda boş tabağıma bir şeyler bırakmaya başlayan Mina'ydı.

"Günaydın, Renee. Seni tanıştırmak istediğim birisi var."

Ne güzel. Hayatımıza birisi daha girsin zaten, diğerleri sanki yetmezken.

Gözlerimi Jaehyun'a çevirdim. Kahverengi saçlarını düzgünce taramıştı, ten rengi bembeyazdı ve dudaklarını birbirine bastırdığı için gamzeleri çıkmıştı. Bana hep olduğu gibi merhametle bakıyordu. Gözlerini benden alıp yanında oturan kıza çevirdiğinde ben de ona dikkatle bakabilmiştim nihayetinde.

Gülümsediği için yanakları çıkmıştı beyaz tenine rağmen pembeleşmiş yanaklara sahip olan kızın. Kumrala yakın saçlarının uçları hafifçe dalgalanıyordu ve sağlıklı görünüyordu. Gözleri de koyu kahvelerdi ya da kızıl kahve, bunu tam olarak seçememiştim. Ama güzel bir kızdı. Gerçek manada.

"Renee, bahsettiğim arkadaşım Rosalie..." diye mırıldandı yumuşak bir tonda.

"Merhaba, Renee. Nasılsın?" sıcak bir tonda Fransızca konuştuğunda ben de gülmeye çalıştım.

"İyiyim teşekkürler, sen nasılsın?"

"İyiyim. Seninle tanışmak güzel." Diye mırıldandığında tekrar kafamı sallayıp gülümseyerek yanıtladım onu.

Jaehyun memnun bir şekilde bileklerini masaya dayadı. "Belki bir şeyler yapabiliriz diye düşünüyordum. Dışarı çıkmak ister misin Renee?"

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin