35. episode:"leaving."

595 63 42
                                    

19.02.2020

"Renee. Uçağa koşarak yetişmeyi planlıyorsan yemeği iptal edelim."

İkili ördüğüm saçlarımın birinin ucunu bağlamış, diğerine geçtikten sonra, "Abartma ağabey." Diye seslendim lavabonun içinde yankılanan sesimle. Uçak saat 23'deydi ve o zamana kadar annem ve babamızla yemek yiyecektik okula yakın bir restoranda. Yani şu an saat 19 civarıydı ve o zamana kadar biraz vaktimiz vardı. Yemeğin de uzun sürmeyeceğine emindim zaten.

Jaehyun'un benimle takıldığını bildiğimden lavabodan çıkıp salonda karşımda onu bulunca yalnızca onu süzüp güldüm. Beyaz bir tişört giymişti ve dizleri hafif yırtık kotu açık maviydi. "Rosalie'nin geleceğini bilmiyordum. Neden bu kadar yakışıklı oldun?" diye homurdanırken ona kısık gözlerle baktığımdan bana kafasını iki yana sallayarak ufak çaplı bir kahkaha attı.

"Kimse gelmiyor. O bizi havaalanında bekleyecek. Hadi gidelim."

Önden o gidip portmantoda oyalandı. Rosalie de gelecekti bizimle. Aynı evde kalacaktık...

Ağabeyimi eninde sonunda paylaşmam gerektiği gerçeği canımı sıkıyordu ama yapabileceğim bir şey yoktu. O da aynı durumda olsa bana da hak vermesini isterdim. Beni de şimdiki görünüşe göre Mark ile paylaşması gerekmiş olacaktı.

Mark Lucas'ların evine gitmişti bavullarımızı da arabasına toplayıp. Biz yemekten sonra direk havaalanında onlarla buluşacaktık ve herkes aynı anda orada olacaktı. Bu da bu evden son çıkışımızdı.

Kapıyı kapatmadan önce son kez portmantoya göz gezdirip, koridora baktığımda omuzlarıma ve göğsüme baskılanan o yükü hissettim. Nefes alışımı zorluyordu elbette. Ancak muhakkak özleyeceğimi bilsem de bir yığın duyguyla başa çıkmam gerektiğini de biliyordum. Bu yüzden, birçok hissi içinde tattığım bu evden çıkarken derin bir nefes alıp gülümsemeyi borç bildim.

Merdivenleri inip aşağıdan bir taksi çevirerek restoranın adresini vermemiz pek bir vakit almamıştı. Jaehyun'un yüzünde çok hoş bir gülümseme vardı ve yanaklarındaki gamzeler onun en güzel hediyesiydi. Taksinin arka koltuğunda yan yana oturduktan sonra hızla ilerlemeye başlamıştık bile.

Dün gece kendimi Mark'ın kollarında bırakmışsam, sabah yatağımda bulmuştum. Uyuyakalışımı ve beni görünüşe göre onun taşıyışını kaçırdığım için kendime kızıyordum. Yorgun hissetsem de bu üzerimden bazı yüklerin, hatta çoğu yükün kalktığı için hissettiğim rahatlığın yorgunluğuydu. Bunu o kadar da sorun etmiyordum çünkü artık resmen gidiyorduk.

Restoranın önünde durduğumuzda Jaehyun ücreti öderken ben kendi tarafımdaki kapıdan çıkmıştım. Üzerimde bol, yüksek bel kotum ve beyaz üzerine açık mavi çizgili gömleğim vardı. Rahat hissediyordum. Yolculuk için de öyle olmasını umuyordum.

Ördüğüm iki örgümü omuzlarımdan önüme alırken bunu tamamen refleks olarak yaptığımı fark edince ellerimi indirip Jaehyun'un yanıma gelmesini bekledim. Bana göz kırptı yaklaşırken ve ben de uzanıp koluna girdiğimde içeri birlikte yürümeye başladık.

Girişteki yuvarlak masalarda yan yana oturan anne ve babamı gördüğümde tuhaf hissetmiştim. Henüz anlayamamıştım nasıl olduğunu ancak yürümeye devam ettikçe artıyordu endişem. Jaehyun da hiç durmadan onların karşısına geçip oturduğumuzda yanıma oturdu ve karşı karşıya kaldık, iki ayrı aile.

Annem direk gözlerini bana çevirip sıcak bir şekilde gülümsedi. Babam bir şeyler mırıldanıyordu ama tam olarak dikkatimi verememiştim. "Nasılsın Renee?" diye sordu annem.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

"İyiyim." Dedi yalnızca burukça gülümseyerek.

Babam da bana aynı şeyleri sorarken kafam tamamen dağılmıştı. Git gide daha da ayrılık gerçeğinin ortasına sürükleniyordum ve bu git gide daha da zorlaşıyordu. Mesela bu yemeği yememeliydik. Çünkü gittiğimde onların yüzlerini hep burada olduğu gibi hatırlayacaktım ve bu da beni yaralayacaktı.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin