28.01.20
Eskiden hayatımda kısa bir zamanlığına var olmuş, manidar birinin söylediği bir şeyi hatırlıyordum. Mutlu olduğumuz anlar bir asır olsa bile bir dakika, üzgün olduğumuz anlar ise bir dakika olsa bile bir asır gibi gelir.
Elbette hemen özümseyememiştim söylediklerini onun. Belki de kader yazmıştı gelip çatmasını beni bulup. Bu yüzden seneler öncesinde kafama yazılmış, hafızama post-it e yazılıp atılmış o sözü şimdi ancak anlayabiliyordum.
Gözlerimi açıp kapatmamla kirpiklerim bir yüzeye çarptı. Burnum ve dudaklarımla da aynı yüzeye yaslanmıştı. Üzerimde bir ağırlık yoktu, onu kollarımda bulacağımı düşünürken ben onun kollarında bulmuştum kendimi.
Dudaklarımın yaslanmış olduğu boynuyla göz göze geldim. Yüzümü geri çekmeden önce yapıştırılmış gibi olan dudaklarımı geri çekmiştim. Kaşlarımı çatarak kafamı kaldırdığımda Mark'ın kapalı gözleriyle karşılaştım. İnce, şeftali tonundaki dudakları aralıktı ve o aralıktan sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. Onun üzerinde, ona sığınmış bir şekilde kendimi bulmam beni şaşırtmamıştı.
Yorgun hissediyordum ama. Saatlerdir uyuyorduk, daha önce hiç uyumadığım kadar uyumuştum.
Mark'ın kolları iki yana açılmıştı ve ben göğsünde küçücük kalmış bir şekildeydim. Yerimden kalkmaya çalışırken sessiz olmaya özen gösterdim. Hemen yanına dizlerimin üzerinde oturup onu izlemeye başladım.
Biz saatlerce uyumuştuk belki ama bu bana sadece bir dakikadan daha az gibi gelmişti.
Biz sadece uyumuştuk belki ama bana asırladır bir şeyler yaşıyormuşuz gibi gelmişti.
Omuzlarım çökmüştü. Kısık bakışlarla, henüz ayılamamış bir şekilde onu izlemeye devam ediyordum. Gecenin başında ellerimi arasında dolandırdığım siyah saçları dağınıktı. Gözleri huzurla kapalıydı ve ben bunu ilk kez görüyordum. Onu ilk kez uyurken görüyordum ve bunu izlerken bile rahatsız hissediyordum. Çünkü bizim için ayrılan o özel an bitmişti ve gerçek dünyaya dönmüştük çoktan.
Dizlerimin önüne denk gelen, sarsakça yatağın üzeride duran eline baktım. Elimi uzatıp parmak uçlarına dokundum. Neredeyse hissedilemeyecek bir dokunuştu bu.
Bir ses duydum arkamdan.
Birisi genzini temizledi.
Bir ok atılmıştı sanki sırtıma anlıktı ve benim baktığım uyumaya devam eden Mark'tı.
Asıl şimdi felç geçirebileceğim bir acıyla baş başaydım işte. Şimdi, gerçek dünya bisturisini almıştı ve basmıştı beynime.
Omzumun üzerinden korkarak o tarafa döndüm. Gözlerim karıncalanmıştı. Ona baktım. Lucas, kapının önünde donuk bakışlarla bana bakıyordu. Kalbim kasılarak hızlanırken, dişlerim titremeye başlamıştı. Büyük bir darbe inmişti beynime, sadece ona bakabilirken.
Lucas'ın gözleri benden ayrılmadı. "Birazdan Jaehyun ve Mina gelecek. Yani..."
"Lucas. Biz bir şey yapmadık." Diye ağzımdan çıktı hızla kelimeler. Dilimi ısırmak ve atmak istedim sonra. Çünkü cevabı kıracaktı burada.
Gülecek gibi dudaklarını kıvırdığını sandım ama bu belki de bir saniyeye bile dolmadı. "Mark, yapmaz. Bilirim." Dedi. Bunu Mark da söylemişti. Mina'dan başka birinin elini tutmadığını. Ama sanırım kolları sayılmazdı.
O odayı terk ederken ona sadece kafamı sallayarak onaylayabilmiştim bakmasa bile. Yerimden kalkıp yatağın önünde duraksadığımda gözlerimi sıkıca kapattım ve dişlerimi sıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
La Vie En Rose
Fanfiction"Hayata toz pembe bakıyor oluşumun, kült siyah nedenleri var." © kayipdoktor | 2019