16. episode:"you belong to Paris."

611 87 69
                                    

20.01.20
Allison Iraheta, Scars.

-

Bundan önce en son ağladığımda, uzun zaman önceydi ve odamdaydım. İçimdeki yoğunluğu kusmak için çizime sarmıştım ama bir türlü istediğim gibi çizemiyordum. Bu beni sinirlendirirken bir yandan da kendimden nefret etmeme, kendimi küçük görmeme ve bir de tabii başarısız olduğumu görmeme neden olmuştu.

Çizememiştim. Kendime nefretim büyümüştü ama ağlamaya başladıktan sonra anlamıştım.

Bana kesiklerin de, dikişlerin de kendim olduğunu... Beni ancak kendimin mahvedebileceğini görmüştüm, beni mahvedecekleri uzakta aramama gerek yoktu. Babamı hariç... O gece bunu anlamıştım. Bu yüzden uyurken küçük ayıcığıma sarılırken, kollarımı kendime de sarmıştım. Bana sarılabilecek de tek kişi bendim.

Şimdi o ayıcıktan uzaktayken onun eksikliğini çok da hissetmeyişimin nedeni buydu. Kendi kendime yetmeyi öğrenmiştim çünkü. Kahvedeki krema, kış ayında rüzgârlı havada kurtarıcı gibi olan o bere, şarkıdaki yüksek nota; hepsinde de fark yoktu. Ben yine kendi kendim ileydim bunların eksikliğinde. Ben tamamlamıştım. Ya da tamamlamadan, eksikliğini izleyerek zamanı harcamıştım.

Şimdi birinin beni sahiplenmesi ve sırtımdaki yükü hafifletmesi tuhaf geliyordu.

Ben, bana daha da yüklenilmesine, kısıtlanmaya hatta her şeyden uzak hissetmeye alışmıştım; alıştırılmıştım. Bir kuşu kafeste büyüttükten sonra bir anda gökyüzüne salarsanız ne olurdu? Uçmayı bilmemesi bir kenara, korkudan yaşayabilir miydi acaba? Hâlbuki istediği tam da bu özgürlükken? Ama benim hislerim bunun gibi değil de, daha çok yadırgamakla alakalıydı. Buz tutmuş kaburgalarıma biri ellerini bastırıyordu, ısıtıyordu. Çözülüyordum ama tekrar üşümekten de korkuyordum.

Jaehyun, hayatım boyunca istediğim o kardeşti. Irene ve Jennie'nin kardeşlik ilişkisini kıskandığımda aklıma düşen ve kalbimi ısıtandı. Ebeveynlerimden sıkıldığımda tutunmak için can attığım daldı. Belki de bu yüzden annemi aldığı gibi kardeşimi bana verdi Yaratıcı.

Gün boyunca ona nasıl davranmam gerektiğini kestirmeye çalışırken tekrar ağlamamak için sürekli kendimi kontrol etmeye çalışmıştım. O kadar çok karışık duygu durumu içerisindeydim ki, düşünmek için bile her şeyi bir sıraya oturtmam ve ona göre düşünmeye başlamam gerekiyordu yoksa aksi takdirde delirecek seviyeye gelebilirdim. Ben de bunun için düşünmeden, yalnızca anlık tepkiler veriyordum.

Jaehyun bana hastalığından biraz bahsetmişti. Kalp ve beyinle alakalı bir şeyler anlatmıştı ama onu tam anlamıyla dinleyememiştim bile. Dikkatim dağınıktı ve sürekli endişe altında hissediyordum. Buna rağmen Jaehyun bunu fark etmişse bile bana her şeyden bahsetti. Birlikte gideceğimizi tekrar edip durdu ve bana sahiplenişin nasıl bir duygu olduğunu tattırdı.

Mina ve Lucas ortalıkta görünmüyordu. Mark, kendi odasına gitmişti. Bunu kapısının sesinden anlamıştım. Taeyong da karşımızdaki tekli koltukta otururken bize göz atıyordu. Bizi incelerken gözleri dalıyordu, telefonuna bakıp bir şeylerle ilgileniyordu ancak sonra yine Jaehyun ve benim konuşmama misafir oluyordu.

"Renee senin..." diye tereddütle mırıldandı Jaehyun, koyu kahve gözlerine bakarken ben. Gözleri üzerimde gezindiğinde anlamıştım bile. "Kıyafetlerin yok mu?"

Gözlerimi kırpıştırdım. "Var. Dün kötü bir gündü... Ben gidip giyineyim." Aceleyle yerimden kalkarken bana küçücük gülümsemişti, böylelikle ben de onun gülüşüne karşılık gülümsemiştim. Zorlukla. Kötü bir görüntü çizmiş olmaktan korkuyordum elbette ancak bu halde neyin daha kötü olduğunu düşünebilecek psikolojide olduğumu da sanmıyordum.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin