27. episode:"eruption."

604 84 80
                                    

04.02.20

Alex&Sierra, Little do you know.

-

"Nasıl oluyor da yine burada olabiliyoruz?"

Cümlem bittikten sonra kurumuş dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi huzurlu dalgalara çevirdim. Uzun zamandır dudaklarıma o sık sık kullandığım şeftali aromalı nemlendiriciden sürmemiştim. Dolabımda duruyor olmalıydı. Yaz kış fark etmeksizin sürekli çatlıyordu dudaklarım ve bu yüzden nemlendiriciden eksik kalmazdı. Ancak şimdi sızladıklarını hissedebiliyordum. Çatlakların arasında kurumuş kan lekelerini ve kurumuş kabukları söküp atmak için zaman kollayan tırnaklarımı.

Mark Lee sağlıklı görünüyordu. Belki de sebep benim aksime bolca sevgiye sahip olduğuydu.

Tabii, eksi bir farkla.

"Bu defa benim yüzümden buradayız." Sen tonunun kalınlığına karşıt olarak duyumsadığım sakinlik ve huzur benim dinginliğimi de dengelemişti.

Bir saattir kayalıklarda oturuyorduk. Buraya nasıl bir ruh haliyle geldiğimizi biliyordum ve soru işareti tam da buradaydı. Bizi buraya getiren de, bizi o gece birlikte uyutan da o ruh haliydi. Bizi bu ruh hali öldürecekti belki yaptırdıktan sonra bir yığın delice şeyi.

"Daha ne kadar birbirimiz yüzünden bir şeyler yapmaya devam edeceğiz?"

"Bilmem."

Kurumuş dudaklarımda dilimi gezdirirken gözlerim kararmış havada, yıldızların yüzeye görüntülerini bıraktığı siyah sulardaydı. Kan tadı dilime yayıldığında sertçe yutkundum ve o metalik tatla birlikte hatalarımın rahatsız ettiği vicdanımın sızısını hissettim. "Sen ne biliyorsun Mark?" dedim sızlanır gibi. Dizlerimi kırıp kendime çekmiştim ve kollarım da onlara sarılıydı. Tıpkı birkaç saat önce o kaldırımda yaptığımın aynısıydı.

"Sen ne biliyorsun Renee?"

Gözlerimi devirdim ama yanımda oturan ona dönüp bakamadım çünkü uykum gelmişti. "Gitmek, atlamak ve ölmek."

Burnundan sert bir nefes verip gülerek yanıtladı bu cümlemi. Benimle hep dalga geçiyordu, beni ne zaman ciddiye almıştı? Bugün bazı anlarda, belki daha önceleri çok az birkaç anda. Sadece anlardaydı ama.

"Dediğin kadar kolay olsaydı." Diye konuştu. Kolay değildi, haklıydı. Çünkü şu an kulaklarıma doluşan onun sesiydi, şu an onunla baktığımız dalgaların derinliğiydi, kimse yoktu ve bizdik. Burada bir tek biz vardık. Sanki hiçbir endişe şu an buraya uğrayamazdı, sanki kimse bizi kırmamıştı.

"Kolaydı. Artık değil." Dedim ben de kısa kesip.

"Artık?" diye sorar gibi mırıldandı ama ona cevap vermek yerine daha uzun cümlelerini duymak için ben birkaç soru dillendirmeye çalıştım.

"Mutlusun değil mi?" dedim, "Onunla." Diye tamamladım bölük pörçük aklımla. Vereceği cevap umurumda değildi aslında. Sadece şu anın huzurunda daha da dağılmayacağımı bildiğimden bütün acıları bir anda yaşayıp bitirmek istiyordum.

"Onunla mutluyum."

Yüzümü görmediği için şükrettim. Çünkü bununla birlikte gözlerim kapanmıştı ve sıkışan göğsüme lanet ederek derin bir nefes almaya çalışmıştım. Yan yanaydık ama ben, yüzüm diğer tarafa dönük bir şekilde denizin yüzeyini izlediğim için dönüp bakamazdı.

"Onunla her şey tamamlanmış gibi oluyor. Çünkü hiçbir eksik bırakmıyor. Benimle ilgileniyor, ama kendine karşı öyle değil. O benim çocukluk aşkım." Kelimelerinin ağırlığı altında eziliyordum. Kaburgalarım çıtır çıtır kırılmıştı ve ciğerlerime batıyordu, nefes almak canımı acıtıyordu. Onun kalbindeydi, onun sevgisindeydi ve aşkının içindeydi.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin