20. episode:"hidden love."

658 89 124
                                    

27.01.20
Winona Oak, He Don't Love Me (ben yazarken halil sezai, isyan dinledim ama bu da güzel bir şarkıdır.)
(*ve evet, bu o bölüm...)

Sessizlikten artık nefret ediyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Sessizlikten artık nefret ediyordum.

Eskiden odamda nadiren müzik dinlerdim ve çoğunlukla herkes uyuduğunda sakince odamda hiçbir şey yapmasam bile oturup boş duvarı izlerken sadece sessizliğin, kafamdaki gürültüyü yatıştırmasını beklerdim.

Sonra sessizlik mi beni terk etti, yoksa ben mi onu pek bilemedim.

Ama şimdi sessizlikten nefret ettiğimi biliyordum. Mutfakta tek başıma otururken parmaklarımla masada ritim tutmuştum ve evdeki sessizliği bozmaya çalışıyordum. Sanki ensemden yakalayıp omuriliğime sızarak bütün bedenimi esiri altına alan bir ruha bürünmüştü sessizlik ve neredeyse felç edecek kadar güçlüydü.

Eve kimse gelmemişti. Saatlerdir Mark ve ben evde yalnızdık.

Onun odasında yaklaşık yarım saat yanında oturmuştum ama en sonunda konuşmayacağını anladığımda, yalnız kalmak istediğini düşünerek mutfağa gelmiştim. Bu defa ben yalnız ve sessizlik içinde kalmıştım.

Ona iyi gelmek istiyordum. Bu düşünceden kurtulamıyordum. O odada tek başına oturmuş öylece düşünürken, içimde kurulan mahkemedeki her kararda bacaklarım hareketleniyordu yanına gitmek için. Ama sonra dur diyordum işte, Mina için üzgün o...

Mina için kalbi kırılıyor, Mina için dudakları aşağı kıvrılıyor, Mina için düşüncelere dalıyor, beyninde bir sürü düşünce var Mina için ve kalbinde... Birkaç oda onunla kaplı belki de.

Kalbim bu ucu bucağı görünmeyen düşüncelerle sıkışmaya başladı. Gözümün önünde sarılıp gülüşürlerken bu kadar ağır hissetmemiştim ama sırf Mina Mark'ı üzdü diye nefesim kesiliyordu. Ellerimi birbirine kenetlemiştim ve uzun zamandır kesmediğim tırnaklarım etime batıyordu. Nefesim bana kısıtlı geliyordu. Kalbimde sanki boşluk açılmıştı ve ben nefes aldıkça orası hava alıyor, canımı yakıyordu. Bu tam manasıyla yanmaktı. Oksijen gerekirdi yanması için bir şeyin, ben de yanıyordum işte nefes aldıkça git gide.

Bu hisler yanlış... diye fısıldadı aklımdaki, benim varlığım yanlış diye karşılık vermek istedim.

Mark Lee, bana iyi gelmişti. O odada üzgün üzgün oturan, kötü bir çocuk olduğunu düşündüğüm siyah saçlı çocuk bana iyi gelmişti. O gün ağlamam için omuz olmuştu bir dakika olsa da, beni evine getirmişti, kazağını ve yatağını vermişti. Ballı süt yapmıştı...

Ballı süt!

Ballı süt herkese iyi gelirdi, belki ona da iyi gelirdi...

Her ne kadar kahve yaparken sütten hoşlanmadığını söylese de götürürsem reddetmezdi. Saygısız birisi olmadığına emindim. Bu yüzden aceleyle yerimden kalkıp buzdolabındaki balı ve kutu sütü çıkardım. Kutunun dibinde az bir miktar kalmıştı, yaklaşık bir bardak kadardı. Isıtmak için küçük bir tencere çıkardım ve birkaç dakika çok sıcak olmadan alıp beyaz kupaya doldurdum. Bal kavanozundan bir tatlı kaşığı balı da bardağa bırakarak erimesi için bir süre karıştırdım.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin