14. episode:"i can't breath."

613 88 36
                                    

13.01.20
Taylor Swift, Safe and Sound.
×

"Anlamıyorum... Nasıl?"

Sesi, yalnızca yağmur damlalarının camlara çarptığı o uğultuyla dolan arabada kulaklarıma ilişince dalan bakışlarımı ön camdan çekip kucağımdaki ellerime indirdim.

Nasıl. Tam olarak, nasıl?

Eğer bilseydim ben bunun cevabını, kaburgalarımı kıran o acıyı hissetmiyor olurdum. Eğer bilseydim, ciğerlerime batan kaburga kırıkları nefesimi kesmezdi. Eğer bilseydim, ölüyor gibi ama yine de hala derinlemesine yaşadığımı kanıtlayan bu acıyla başa çıkmaya çalışıyor olmazdım. Eğer bilseydim, aklımdaki bütün düşüncelerimin katilini çoktan öldürmüş olurdum.

Eğer bilseydim, acınacak hale gelene kadar ağlamazdım. Omuzlarım bir türlü tutamadığım bu hıçkırıklarım yüzünden sarsılmıyor olurdu. Titremezdim. Hasta gibi titremezdim.

Kendime bile açıklayamadığım ama apaçık ortada duran hislerimi nasıl dışa vuracağımı bilemiyordum. Sadece çok, çok fazla ağır olduklarını hissediyordum. Mark da beni anlamamış olmalıydı ki arabaya geçmemi sağladıktan sonra kendisi de şoför koltuğuna oturmuştu ve yan yana sadece yağan yağmurun bulanıklaştırdığı ön camı seyrediyorduk. Lamba yanmadığı için içerisi karanlıktı. Sadece hastanenin dışına sızan ışıklar vardı.

Sonunda yutkunmayı akıl ettiğimde, yutağımdaki boşlukla rahattım ama kalbimdekiyle neredeyse delirecek gibiydim. Hala nefes alırken elimde olmadan iç çekiyordum ve titriyordum. "Anlatamıyorum ki." dedim incelen sesimle, kendi sesimi duyduğumda gözlerim milyonuncu kez doldu ve neredeyse senelerdir ağlamamışım da biriktirmişim gibi yerlerinden süzülen yaşlar kendilerini bıraktılar.

Dudaklarımı birbirine bastırdım sesim çıkmasın diye. Birinin yanında daha önce hiç ağlamamıştım. Kendimi kasıyordum, sıkıyordum ama bu yüzden de daha çok acı çekiyordum.

"Anlatabildiğin kadar anlat." diye mırıldandı sakin bir tonla.

Nefeslerimi düzenlemeye çalıştım. Yaklaşık yarım saattir ağlıyordum ve bunun sadece bir dakikası onun omzunda olmuştu. Beni direk yolcu koltuğuna oturttuğundan ellerimle yüzümü kapatma fırsatı alabilmiştim. Sesimi kesip gözlerimi ellerimin tersiyle sileli de on dakika, gerçek annemin kalbi duralı sadece birkaç gün, beni annesiz bırakan babamla o banyoda onu kurtarmaya çalışalı ise bir hafta oluyordu.

Zaman, diye düşündüm. Gerçek tek yaram olan.

"Karşı komşumuz sanıyordum. Adını bile bilmiyordum. Benim ismimle aynıymış. Bir gün bana balkondan deftere yazıp, yağmur yağarsa intihar edeceğim yazmıştı. Mark, keşke gidebilseydim yanına ama annemle babamla yemek masasına oturmak zorunda kalmıştım. Sonra yağmur yağdı, silah patladı. Ben kaybettim yabancı sandığım kadını. Babamla ilk yardım yapmaya gittik kapıyı açtık ama kendini vurmuştu. Pek bir şey yapamadık. Sonra ambulans geldi... Sonra babama sormadım durumunu, o da anlatmadı. Ama babam da anne dediğim de, sessizleştiler birkaç gün içinde. Hatta ben babamın, annemin kalbini kırdığını zannedip anneme sarıldım; sevdiğimi söyledim." Sertçe yutkunup burnumu çektim ve gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Ellerimi birbirine kenetlemiştim ve git gide daha da sıkıyordum. "Ne yapacağım ben? Hiçbir şeyim yok artık."

Dişlerimi birbirine bastırırken yanaklarımın içini de ısırmıştım. Canım yanmıyordu. Bundan daha fazla yanabileceğini de sanmıyordum. Sanki biri kalbimdeki bütün o ormana tek bir kibrit atarak yakmıştı ve cayır cayırdı... Hissedebildiğim tek şey, o yanıştı. Bütün oksijen gidiyordu ve ben artık nefes alamıyordum.

La Vie En Rose Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin