Keyifli okumalar ve iyi şaşırmalar :)
♪BTS&Dreamcatcher|Louder than bombs in the frozen♪
❧
1 hafta sonra, Hoseok'un resteronı
Kim Jisoo'
Endişeli gözlerimi iyice kararan gökyüzünden çekerek etrafı bir hayli dağıtmış olan Jungkook'a çevirdim. Öfkeyle bağırıp beni de telaşa sokuyordu. Birkaç masayı devirmişti ve kırılan bardakları saymıyordum bile. Canı çok yanıyordu. Hepimizin canı çok yanıyordu.
"Kafayı yemek üzereyim!" Diye konuştu Lalisa, gözyaşlarının arasından. Kızarmış nemli gözlerimi kırpıştırarak dişlerimi birbirine bastırdım. Taehyung onu karşısına oturtup bütün olumsuz düşüncelerini yıkmaya çalışıyordu. Söylediklerini duyuyordum fakat artık bu sözlere inanmaya çalışmaktan yorulmuştum.
O iyi miydi?
"Lalisa, yüzüme bak." Diye fısıldadı Taehyung, elleriyle Lisa'nın yüzünü nazikçe kavrayarak gözlerini ıslak kirpiklerinde dolaştırırken.
"Onu bulacağız, tamam mı? Belki düşündüğümüz gibi değildir? Bir yere gitmiş olabilir."
Jennie oturduğu koltuktan ayaklanarak tur atmaya başladı. Isırdığı dudağının kenarına bulaşan kırmızı kan parlıyordu. Dudaklarını yalnızca korktuğu zaman ısırırdı.
"Bir yere gitmiş olamaz. Kaç kere anlattım size." Jennie gergince ellerini saçlarından geçirerek Taehyung'un sözlerine karşı çıkıyordu.
"Okulun kütüphanesinden çıkmıştı ve buraya geliyordu. Direkt buraya gelmesini söylemiştim, başka bir yere gitmeyecekti. Başına bir şey gelmiş olmalı."
Jimin oturduğu yerden kalkarak düşünceli bir yüz ifadesiyle Jennie'yi belinden tutarak kendine çekti. Onu rahatlatmak için bir takım şeyler söylüyordu fakat işe yaramadığı ortadaydı.
Tanrı aşkına! Neredeydi?
Sakince nefes alıp vererek olanları izlemeye devam ettim. Jungkook önümde ileri geri yürüyerek turlar atıyordu. Öfkeli gözleri kızarmış, saçları darmadağındı. Haberi aldıktan sonra saattlerdir dışarıda onu aramıştı, bulamasa bile pes etmeye niyeti yok görünüyordu. Son hafta boyunca neredeyse her günü birlikte geçirmiştiler. Onun için endişelenmesini anlıyordum.
İçeriden yükselen bağırışmalar ve gürültüler kulaklarımıza dolduğunda gözlerimi yavaşça mutfak bölümüne çevirdim. Hoseok'un mutfakta bağırarak telefonla konuştuklarını buradan dahi duyabiliyordum. Birilerini azarlıyordu. Telefondaki kişiyi, onu hâlâ bulamamış olduğu için azarlıyordu.
Yutkunarak gözlerimi yanımdaki masanın üzerinde duran iğneye çevirdim.
Bir sakinleştirici iğneydi.
Jungkook'tan önce haberi alıp kıyameti koparttığım ve sakinleşmeyi reddettiğim için iğne yapmışlardı. O kadar bağırmış ve ağlamıştım ki boğazımdaki sızı hiç geçmeyecekmiş gibi hissettiriyordu. İğne etkisini gösterdiği andan beri tek kelime dahi edebilecek gücü kendimde bulamamıştım. Yorgundum, korkuyordum, titriyordum.
Sana ne yaptılar Roséanne?
"O herifin canına okuyacağım! Gerekirse bu şehrin altını üstüne getireceğim ama onu saklandığı cehennemden çıkartıp belasını sikeceğim!"
Jungkook'un bağırışını duyuyordum, birkaç ağır küfür daha yuvarlandı kulaklarıma. Sesler birbirine karışıyordu. Kimin konuştuğuna anlam vermiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sillage ❧ rosékook ✓
Fanfiction"Her saat, yaralar sonuncusunu öldürürmüş. Sense her saat yarama yaralar ekliyorsun. Yaktığın yeter cehenneminde, kül oldum. Dokundukça savruluyorum, dokunmasan kanıyorum. Kokuna hasret kaldım. Hasretine dilharap." [Jeon Jungkook ✗ Roséanne Park Cha...