5

1.9K 189 101
                                    

Yanımdaki askerin beni sarsması ile gözlerimi kırpıştırdım. Ellerimle gözlerimi sildim, ne zamandır uyuduğumu bilmiyordum ama boynumun ağrısına bakılırsa birkaç saat kestirmiş olmalıydım.

Gözlerim Valens'i ararken onun arabada olmadığını anladım. Yanımdaki asker kolumu hızla kavradı ve ben daha ne olduğunu idrak edememişken beni açık olan arabanın kapısından aşağı itti. Yere yuvarlanırken yanağım tozlu zemine sürtündü ve günlerdir açlıkla savaşan vücudum acıyla sızladı. Ellerimi zemine bastırarak doğrulmaya çalıştım ama kelepçe bileklerimi sıkıyordu ve tırnağımla açtığım yara kendini belli edecek şekilde acıyordu.

Asker tekrar kolumu sıkarak beni kaldırdığında karşı koyamadım. Yalpalayarak yürürken soğuktan titriyordum. Hava kararmış ve soğumuştu. Ceketimin altında titrememek için dişlerimi sıktım ama bunun bir faydası olmadı. Çevreye baktığımda dağlara geldiğimizi anladım. Dağlar, Asshalt'ın güneyinde kalan yerlere erişimimizi kesecek şekilde ülkeyi bölüyordu. Zaten güneyde çok fazla şey yoktu. Ben doğmadan yıllar önce terk edilmiş, adını bilmediğim bir şehir ve ondan daha eski olan Ibbia dışında güney tamamen terk edilmişti.

Dağların tepesinde hala kar vardı. Aerr Kasabasındayken gece Lit ile birlikte otururken dağları izlerdik. Rona bir Tahıl Günü akşamında küçükken annemin ona dağlar hakkında öğrettiği şarkıyı güzel sesiyle söylemişti. Rona şarkıyı söylerken Thoni, Lit ve ben onu dinlemiştik. Onları hatırlamak kalbimi sızlatınca dişlerimi daha çok sıktım, öyle ki çenem ağrımaya başlamıştı.

Arkamızdan gelen birkaç asker olduğunu duydum. Dağların girişinin nerede olduğunu bilmiyordum, hatta oraya bir giriş olup olmadığını bile bilmiyordum. Her yanım askerlerle doluydu. Biraz daha yürüyünce, dağların sandığım gibi tamamen dip dibe olmadığını anladım. Dağlar büyüktü ama birbirleri ile tamamen yapışık değildi. Her şeyi elinde tutan kral güneye geçişin de bir yolunu bulmuştu.

Daha önce dağlara hiç bu kadar yaklaşmamıştım, çünkü burası askeri bir üstü. Sağ tarafımda büyük bir kule vardı, gri yapının küçük pencereleri vardı. Çevredeki arabalara bakılırsa içeride olan asker sayısı da fazlaydı. Asker aniden durunca ben de durdum, ama ani hareket yüzünden yalpalamıştım. Elim istemsizce ceketimin cebine gitti, ekmek hala oradaydı.

Valens yanımıza geldiğinde bana bakmadı bile. Tek ilgilendiği şey yanımdaki dev askerdi. "Kralımız yarın burada olacak. Bu gece kulede kalacağız, sabah arenaya varırız." Yanımdaki asker kafasını salladı. Valens gözlerini hızlıca üzerimde gezdirdi. "En azından yüzünü yıkayın, kralımızın karşısına bu sefil halde çıkmasın." Yanımdaki asker homurdandı, yine de itiraz etmedi. "Emredersiniz." Asker yönünü değiştirip beni kuleye doğru götürürken yine ona karşı koymadım. Kulenin girişinde bizi iki asker karşıladı. Kolumu tutan asker beni bıraktı ve topukları üzerinde dönüp gitti. Kapıdaki askerler bana tiksinircesine baktılar ve beni kuleye soktular. Bu bakışlara alışıktım, Aerr Kasabasındaki askerler biz Rennator'lulardan nefret ederlerdi.

Gri kulenin girişinde sadece yukarı çıkan merdivenleri görebildim. Askerler beni aşağıya inen merdivenlere götürdüler. İnce merdivenleri indikten sonra uzun bir alana geldik, kulenin tamamı gibi burada da duvarlar kasvetli bir gri rengindeydi. Burası bir hapishaneydi. Demir parmaklıklar sıra sıra dizilmişti ama görünürde hiç mahkum yoktu. Askerler beni en soldaki küçük bölüme götürdüler. İçeriye fırlatıldığımda yere kapandım ama ellerimi yüzüme kapatarak yeni bir darbeyi önledim. Askerlerden biri de hücreye girince korktum ve elim istemsizce bacağıma bağladığım bıçağa doğru gitti. Ne beklediğimi bilmiyordum ama yapacağı ani bir hareketle kelepçeli ellerim ile ona ne kadar zarar verebileceğimden emin değildim. Asker ellerimi kaldırıp duvara zincirledi, sonra aynısını ayaklarıma yaptı. Beni bir hayvan gibi bağlamıştı. Çıkıp gitmesini bekledim ama o arkasındaki askerden bir şey almak için döndü. Asker ona yuvarlak, demirden bir şey uzattı. Bir tasma.

YALANCI PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin