13

1.4K 147 35
                                    

Saray hazırlıkların telaşı ve Sarselle'nin ölümünün acısı ile harmanlanmıştı. Sarselle'nin bir ailesi olmadığını öğrenmiştim ama bu, kalbimdeki suçluluk duygusunu hiç azaltmamıştı. Annesi onu doğururken ölmüştü, babası Sarselle minik bir kızken Rennator'da bir saldırıda öldürülmüştü, Kral Altariél'de biricik yeğenine sahip çıkmış, onu sarayda kendi kızı gibi. büyütmüştü. Lucalinda daha fazla sahte göz yaşları dökmeye çalışmamıştı, zaten bu konuda da çok başarısızdı. Artanis bana çıkıştığı günden sonra bir daha Sarselle'den söz etmemişti. Daenor ise, bambaşka bir konuydu. Sarselle öldükten sonra, resmi olarak ilk aile yemeğine davet edilmiştim ve bu işkenceden farksızdı. Daenor benimle yüzyüze gelemiyor gibiydi, bulunduğum yerlerden kaçarak uzaklaşıyordu.

Artanis odama gelip beni yemeğe götürmeden önce hizmetçilerim dört sandık dolusu elbiseyi elbise odama götürmüştü. Artık kıyafetlerimi kendim seçebilecektim ama hepsi çok kötüydü. Sıkı korseleri, fırfır etekleri vardı. Yine de, o akşam için fıstık yeşili bir elbise seçmiştim. Saçlarımı, yapmamam gerektiğini bilmeme rağmen arena günündeki gibi ördüm. Artanis elbisemi gördüğünde sessizdi ama saçımı gördüğünde gülümsemişti. Aklıma arenada, ben kazandığımda bana olan tiksinmiş bakışları geldi ve bir kez daha, ne amaçla orada olduğumu hatırladım.

Onu öldürmek için burada olduğumu.

Koridorda yürürken ikimiz de sessizdik ve bundan memnundum. Yanımda olmaya bile katlanamadığını biliyordum, bu yüzden ona daha fazla işkence etmek istemiyordum. Yemek odasına vardığımızda kapı bizim için açıldı. Kral uzun masanın en başında oturuyordu. Kraliçeleri iki yanında oturuyordu. Lucalinda annesinin hemen yanındaydı, Daenor da onun. Artanis en başa oturunca ben Daenor ve onun ortasında oturmak zorunda kalmıştım. "Dessiara hastaymış, yemeğe katılamadığı için çok üzgün olduğunu söyledi." Palavra. Dessiara, Artanis'in benim yanımda oturamasını kaldıramadığı için gelmemişti. Kendi gururunu ayaklar altına almış, Artanis'e yalvarmıştı. Ben asla onun gibi olmayacaktım.

Kral kafasını salladı ama bir yorumda bulunmadı. Kraliçe Messallie yüksek sesle güldü. "Muhtemelen yatağında ağlıyordur." Bir şaka yapılmış gibi gülüyordu. Daenor nişanlısını savunmak için bir şey söylemeyince, Lucalinda sakin bir ses tonuyla konuştu. "Ağabeyini kaybetti." Kraliçe Messallie kızına bir aptalmış gibi yaptı ama bütün gözlerin bana döndüğünü hissedebiliyordum. Kraliçe konuşmaya devam ettiğinde rahatlamış hissettim. "O farklı bir şey için ağlıyor." Kafası Artanis'ı gösterdi. Kral sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Sus artık, Messallie." Kraliçe anında sus pus oldu ama, onun kralın favorisi olduğunu anlamıştım. Kralın daima sağında duruyordu. Törenlerde kralın koluna giriyordu. Kraliçe Cassana onunla aynı yaşlarda olmalıydı ama solgun bir yüzü ve düşük omuzları vardı. Anlaşılan kral ile araları çok iyi değildi.

Sessizce önüme konulmuş, harika pişmiş tavuğu ısırdım. O güzel tadı ağzımda yayılırken, muhtemelen evde yiyecek olarak sadece Rona'nın ekmekleri olan kardeşlerimi, Lit'i düşündüm. Açlar mıydı? Ben burada tavuklar yiyip şarap içerken onlar yatağa aç mı giriyorlardı? Keşke bunu onlar için yaptığımı bilselerdi. Onların hayatlarını kurtarmak için yaptıklarımı. Ama asla öğrenemeyecekler ve bu canımı çok acıtıyordu.

"Hazırlıklar ne durumda?" diye sordu kral, Artanis'e dönerek. Artanis nazikçe çatalını bıraktı ve krala döndü. "Bitti sayılır. Prenses Ranewen ile ben yarın gün doğumunda yola çıkacağız." Kral bir şey söyleyecekken gülümseyen Daenor lafa atıldı. "Beni unuttun, kardeşim." Bizi dememişti, beni demişti, sanki Dessiara kendisi ile gelmeyecekmiş gibi. Artanis kardeşine gülümsedi ama, gülüşü gözlerine ulaşmamıştı. "Bu ne mümkün." Daenor'un gülüşü uzun süre yüzünde kalsa da biz yemeğe devam ettik.

Daenor kalan tüm yemek boyunca hiç konuşmamıştı, yemek bitince neredeyse koşar adımlarla odayı terk etmişti. Yemek bittikten sonra Artanis beni bahçede yürümeye davet etmişti ve ilk kez başarılı bir sohbet yapabilmiştik. Yürüyüş sonrası beni odama bırakmış ve iyi geceler dilemişti. Şimdi, nişanlılığımızı herkese duyurabilmek için çıkacağımız turun hazırlıkları bitmişti ve yola çıkma zamanı gelmişti.

Kardeşlerimi görebilme şansım ayaklarıma gelmişti.

Hizmetçiler ağır sandıklar içerisine doldurulmuş parti elbiselerini, mücevherleri ve altınları taşırken onlara acıdım. Bunların hiçbirini ben istememiştim, öyle ki hizmetçilerim beni Lucalinda'ya şikayet etmişti, o da benim için ayrılan kıyafetleri tek tek seçip sandıklara koydurmuştu. O kadar çok kıyafet seçmişti ki, üç kadın sandıkları taşırken yüzlerinden akan ter yüzünden gözlerini kırpıştırıyorlardı.

Kapı çalındığında adı Kalra olan hizmetçim beni giydirmişti. Üstümde gri, süslü olmayan bir elbise vardı ve saçım belime kadar gösterişli bir şekilde uzanıyordu. Kız, kafama sade bir taç takınca tacın ağırlığı altında ezildiğimi hissettim, buna rağmen çenemi dik tuttum. Kapıdaki, beni Sarselle'nin cenazesine götüren askerdi. Sessizce beni bahçeye, oradan da bizi sarayın dışında bekleyen at arabalarına ilerledik. Dört araba arka arkaya sıralanmıştı. Gittiğimde Artanis görünürde yoktu, beni en baştaki arabada karşılan Daenor oldu. Onun için reverans yaptım ama ona dikkatle bakmamaya çalıştım. 

"Prens Daenor." dedim, resmi bir ses tonuyla. Ona bakmamak için kafamı sağa sola döndürüyor, büyük bir dikkatle etrafı izliyordum. "Prenses Ranewen." sesi samimiydi, benimle alay edermiş gibiydi. Kafamı ona çevirdiğimde yüzünde yine o anlam veremediğim gülümseme vardı. "Neden dört araba var?" diye sordum. Bir araba ben ve Artanis için, bir tanesi Daenor ve Dessiara için, bir tanesi de hizmetçiler ve kıyafetler içindi. Peki dördüncü araba ne içindi?

Daenor'un yüzü asıldı. "Nişanlım kendi arabası ile gitmek konusunda ısrar etti. Aslına bakarsan dördüncü araba yola çıkmayacak." Anlamıyordum. Dessiara kendi arabası ile gidecekse, Daenor ayrı bir araba ile gitmeyecek mi? "O da bizimle gelecek." dedi arkamdan bir ses. Artanis, tam arkamda dikilirken ben ve Daenor onun için eğildik. Artanis lacivert bir pelerin, siyah kıyafetler giyiyordu. Saçları düzgünce taranmıştı ve altın, şerit tacını takıyordu. Daenor'un bizle gelmesi bütün planımı değiştirmemi gerektirecekti, çünkü bacağımdaki bıçağı kullanamayacaktım. Belki de Daenor'u, Artanis'i benimle yalnız bırakmamak için bizimle gelmeye ikna etmişti.

Artanis arabaya bindiğinde benim de binmem için elini uzattı. O ve ben yan yana oturuyorduk, Daenor ise karşımıza geçti. Araba hareket ettiğinde gergindim, tırnaklarımı avuç içime geçirdim. Daenor pencereden dışarı seyrediyordu ve Artanis de konuşmuyordu. Bu sıkıcı bir yolculuk olacaktı.

"Heyecanlı mısınız?" diye sordu Daenor, hala pencereden bakarken. "Sizi görmek için dehşet bir kalabalık olacak." Dudaklarımı sıktım, soruyu bana yöneltmiş gibi hissediyordum ama Artanis'in cevap vermesini bekledim. "Biraz." dedi Artanis, benim cevap vermeyeceğimi anladığı zaman. "Prenses'in ailesini de ziyaret edeceğiz." Kafam öyle bir hızla Artanis'e döndü ki, az kalsın dudak dudağa değecektik. "Ne?" çığlık atmamak için kendimi o kadar tutuyordum ki, başım dönüyordu. "Tur planı Aerr Kasabası'na gittiğimizde sona eriyor. Lord Trotha'nın kalesinden birkaç saatliğine uzaklaşabiliriz ama fazla vaktimiz olmayacak. Biz onlara önceden haber verirsek..." Cümlesini daha bitiremeden kollarımı boynuna dolamıştım. O buna o kadar şaşırmıştı ki, kollarını belime dolaması için şaşkınlığını üzerinden atması gerekmişti. "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim." dedim kollarımı boynundan çekerken. Yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmuştu, Artanis de gülümsüyordum. Bir anlığına unutmuştum. Buraya onu öldürmek için geldiğimi unutmuştum.

Daenor'a, onun da gülümsüyor olabileceğini düşünerek döndüm. Ama prens sessizce camdan dışarıyı izliyordu.

YALANCI PRENSESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin