Yoongi'nin bana olan bakışları değişmişti. Sanki kızmış gibi. Belki de hatırlattığım için sinirliydi.
Ben neden bana öyle baktığını düşünürken hiç beklemediğim bir soru sordu."Sevgilisiniz değil mi?"
Kimden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.
"Üzgünüm ama anlamadım."
Yüzünde en ufak bir ifade bile yoktu.
"Jungwoo'yla sevgilisiniz değil mi?"
İşte şimdi saçmalamıştı.
"Bu da nerden çıktı? Yok öyle bir şey."
İğrenç bir şekilde sırıttı. Dalga geçtiğini sanıyordu.
"Utanmayın Iseul Hanım. Sevgiliniz olması normal bir şey. Sadece Jungwoo fazla yakışıklı."
Ne yani bana çirkin mi diyordu? Üstelik Jungwoo ile aramda o şekilde birşey asla yoktu. Görüşemesek de hala aynı kıza aşık olduğunu biliyordum.
"Dinle. Aramızda birşey yok. 9 yıldır aynı kıza aşık olduğunu bildiğine eminim."
Başıyla onayladı.
"Hala Sunyeon'u sevdiğini biliyorum."
Jungwoo liseden beri Sunyeon'a deli gibi aşıktı. Ancak Sunyeon'un depresyonları dolayısıyla onu görecek vakti yoktu.
"Biliyor musun birkaç gün önce Sunyeon'un benimle randevusu vardı."
Yüzünü buruşturdu.
"Bundan banane?"
Ormandan falan gelmiş olmalı.
"Kuzenin sevdiği hakkında bir şey duymak istersin diye düşünmüştüm."
İnanılır gibi değil. Bu adam kesinlikle hasta.
"İstemem. Git kendisine söyle."
Jungwoo bir an önce gelse iyi olurdu çünkü kafasına bir şeyler fırlatmam an meselesiydi.
"Pekala ona söyleyeceğim. Ama öncesinde sen bununla ilgili birşey söyleme olur mu?"
Sinir bozucu bir kahkaha attı.
"Sana ilgilenmediğimi söyledim değil mi?"
O sırada tıklanmadan açılan kapıyla ikimiz de o yöne baktık. Jungwoo oldukça şaşkın bir ifadeyle bize bakıyordu.
"Neden öyle bakıyorsun?"
Sorduğum soruyla bakışlarını düzeltti.
"Sadece o, yani Yoongi pek gülmez."
Gülmesine şaşırmıştı ama bilmiyordu normal bir gülüş değildi. Sadece benim sinirlerimi bozmak içindi. Yine de bu konuyu atlayarak konuştum.
"Bugün seansımız oldukça iyi geçti Jungwoo. Yarın tekrar gelin olur mu?"
Sorumu sorarken Yoongi'ye bakmıştım. O ise gözlerini yumarak beni onaylamıştı. Medeniyetine şaşırdım ancak belli etmedim.
"Seans saatini sana mesaj atarım Jungwoo."
Beni onayladı ve birlikte gittiler. Onların ardından bende hızlıca toparlanıp evime gittim. Onun anlattıklarını düşünmek için bolca vaktim vardı ve bunu değerlendirecektim.
Eve gidip rutin işlerimi hallettikten sonra kitap okumaya başladım. Kitap sürüklemişti evet ama aklım başka bir yerdeydi. Her ne kadar Jungwoo'ya sinirli olsamda Sunyeon'u seviyordu ve onunla ilgili bir şeyler bilmeye hakkı vardı.
Telefonumu aldım ve onu aradım. Bir kaç çalışın ardından açıldı.
"Efendim ufaklık?"
Ufaklık demesine karşılık gözlerimi devirdim.
"Merhaba Jungwoo."
Bir süre ses gelmedi. Konuşmamı bekliyordu ama ben nerden başlayacağımı bilmiyordum.
"Seninle konuşmam gereken bir konu var."
"Dinliyorum güzelim."
Ufaklık bitti güzelim başladı. Benim bir ismim var.
"Yüzyüze konuşmamız lazım. Yarın iş çıkışı görüşebilir miyiz?"
Keyifle güldü.
"Elbette görüşebiliriz. Nerde peki?"
Güzel soru. Nerde? İş çıkışı çok yorgun oluyordum. Bu yüzden benim için en iyi seçenek evimdi.
"Bana gelebilir misin Jungwoo?"
Bir süre ses gelmedi.
"Sana gelirim Iseul. Ancak senin beni tam olarak affetmediğini biliyorum. Bu yüzden açıkçası buna yüzüm yok."
Derin bir nefes aldım. Bir şeylerin farkında olması güzeldi.
"İyi ya yarın bu konuyu da konuşuruz. Ben işten çıkınca sana konum atarım."
Görmesemde gülümsediğini biliyordum.
"Pekala ufaklık. Görüşürüz."
Telefonu kapattım ve düşünmeye başladım. Zor olan kısım Sunyeon'un hastam olması değildi. Zor olan Jungwoo'ya onunla ilgili birşey söylemekti.
Çok acı çektiğini biliyordum. Okumak için dese bile Amerika'ya aslında ondan uzaklaşmak, onu unutmak için gittiğini biliyordum.
Ama yapamadı. Onu unutamadı.
Yatağıma geçip düşüncelerime orda devam ettim. Ne zaman uyuduğumu bile hatırlamıyorum.
Sabah hızla hazırlanıp hastaneye gittim. Yoongi gelecekti. Ama ne sormam gerektiğini bilmiyordum. Belli etmesemde korkuyordum. O acımasız biriydi. Gözlerinden okunuyordu. İstemediği bir şey yapıp kendimi tehlikeye atmaktan korkuyordum.
Klinikte Yoongi'den önceki hastalarımı tedavi ettikten sonra onu beklemeye başladım. Tam 27 dakika önce gelmiş olmalıydı. Beklerken bir kahve iyi gider diye düşündüm ve ayağa kalktım. Kahvemi asla başkasından istemez hep kendim alırdım. Hep aynı koltukta oturmak sıkıcı çünkü.
Kafeteryada yaklaşık 10 dakika oyalandıktan sonra odama çıkmaya başladım. Koridora girdiğimde benim odamın yönünden gelen sesler ürkmeme sebep olmuştu. İki kişi kavga ediyor gibiydi. Ya da belki...boğuşuyor gibi.
Aklım birilerine haber vermem gerektiğini söylerken ayaklarım düşüncelerimden bağımsız odama doğru ilerliyordu.
Odama vardığımda tüm cesaretimi toplayıp kapımı açtığımda asla görmeyi beklemediğim bir görüntüyle karşılaştım.
Bir adam Yoongi'ye bıçak çekmişti. Yoongi ise sanki ölmeyi bekliyor gibi gülerek adama bakıyordu. Bu adam gerçekten hastaydı. Biri sana bıçak çekmişken nasıl gülebilirsin ki?
Ne yapacağımı bilmez bir şekilde onlara bakıyodum. Biri belki öldürmeye biri ise ölmeye o kadar odaklanmıştı ki beni fark etmemişlerdi bile.
Adam Yoongi'ye doğru bir hamle yaptığında refleks olarak bağırdım. O sırada adamın bakışları bana döndü. Yoongi ise hala gülüyordu. Bir manyak gibi gülüyordu.
Nerden geldiğini anlamadığım bir cesaretle adamın ellerini tuttum. Bıçağı almaya çalışıyordum. Tâki kolumda hissettiğim keskin acıya kadar. Adam kaçmıştı ve ben yaralandığımla kalmıştım. Yoongi ise yaralanmadığıyla.
Başımı koluma çevirdiğinde gözlerime inanamadım. Nerdeyse kolum kopacaktı! Tamam belki bu abartı bir tabir olmuştu ancak çok derindi. Kan kaybediyordum. Kendimi yanımdaki koltuğa bıraktım ve şokumu atlatmaya çalıştım. Bir kaç dakika sonra daha büyük bir şok geçireceğimi nerden bilebilirdim ki?
*
*
*
*
*
Keyifli okumalar :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Captive • Min Yoongi ✓
FanficBence okumayın. ... !! Bu kitap tamamen kurgu olup gerçek hayatta yaşanmaması gereken olaylar içermektedir. Stockholm sendromu iyi bir şey değildir ve hiç olmayacaktır. İçinde psikopatlık duygusu yatan bir insan aşık olup düzelemez. Aksine aşk sand...