Kızımın evi gösterme telaşı bittikten sonra hep beraber oradan ayrılmıştık. Eşyalar oldukları gibi duruyordu. Ev temizlenmeden de onların yerleşmesini istemiyordum açıkçası. Ve şu anda eve yerleşmenin mantıklı bir düşünce olup olmadığından emin değildim. Etrafta Akın'ın olup olmadığı belirsizliği varken kızımı da yanıma alarak ikimizi de tehlikeye sokmak istemiyordum. Her şeyden emin olduktan sonra bu eve taşınmamız çok daha iyi olacaktı.
Gediz eve geçerken, bende Melek'i konağa bırakmıştım. Arabada Gediz'le bu işi nasıl başardıklarını sorduğumda anlatmıştı, meğerse o gülüşmeleri ve anlamlandıramadığım göz kırpışmaları hep plan yapmalarından kaynaklıydı. Tabii onunla mutlu olduğunu da eklemeden geçememişti kızım.
Umduğum gibi konaktakilerin yemek saatlerine yetişebilmiştim, hem kızımın da düzenini bozmamıştım. Sancar'da işten dönmüştü, arabasını görmüştüm ama Melek'i almak için kapıya gelmemişti. Elvan Melek'i karşılarken onunla pek de muhabbet etmek istememiştim açıkçası, çünkü kızım için geldiğim o geceki gözlerindeki bakışlar ve soruş tarzı beni yeterince mutsuz etmişti.
Eve döndüğümde de yemek masasında şöyle bir günün özetini geçerken, Müge Ablada bir şeyler almak istediğini söylemişti. Onu zor da olsa bir şeyler almaması için ikna ederken kahve teklifini geri çevirmek zorunda kalmıştım, çünkü bugün fiziksel olarak olmasa bile zihinsel olarak çok yorulmuştum. Aslında benim için bir kaçış yolu da olmuştu, yalan söyleyemeyeceğim.
Odaya çıkarken Gediz'in bakışlarını üzerimde hissettiğimde, merakından çatladığını az çok anlayabiliyordum. Hala da öğle yemeğindeki o gerginliğimin sebebini merak ediyordu. Ama daha öğrenmesinin zamanı vardı.
Telefondaki saatle bakıştığımda birazdan Japonların geleceğini fark ettim. Onlarla bugün belki de son kez görüşecektim. Arazideki işlerle benim ilgilenmem gerekmeyecekti, bundan sonraki işleri yazışma olarak idare edebilirdim.
Ekrandaki kontrol ettiğim dosyayı kaydedip de bilgisayarı uyku moduna aldığımda oturduğum sandalyemden kalktım. Elime telefonumu aldığımda dünden beri bir daha bilinmeyen numaradan gelmeyen mesaj olduğu için seviniyordum. Belki de Akın sadece benim aklımı karıştırıyordu, çünkü o şu ana kadar tanıdığım en iyi manipülatördü. Bu işlerde oldukça başarılıydı da.
Sancar'ın aklıyla da yıllarca oynanmamış mıydı? Zihnini bulandırmamış mıydı? Kalbine kuşku tohumlarının serpilmesine sebep olan Akın'dı. Her ne kadar Sancar'ın hataları da olsa, Akın başıma gelen her şeyin sorumlusuydu. Ortalığı öylesine alabora etmişti ki yıllar geçmesine rağmen sakinleşmesine izin vermemişti. Sancar'ın gözlerini kör etmişti ve onundan benden vazgeçmesini sağlamıştı.
Hoş, artık bunların hiçbirinin bir önemi yoktu, çünkü ben zaten o kapının önünde içimde hissettiğim her şeyi bitirmiştim. Şimdi ise onlardan geriye kalan hiçbir şey yoktu, sadece beyaz bir sayfa vardı.
Düşüncelerimin oraya kaymasıyla gözlerimi kapatıp başımı sallarken odamdan çıktım. Etrafta bir koşuşturmanın olduğunu görünce Deniz'in masasının önüne gittim. Telefonundaki konuşması bittikten sonra ona sordum.
"Bu neyin telaşı Deniz?"
"Yemek için terası hazırlayacaktık ama hava öğleden sonra bozacak gibi." Omzunun üzerinden bakıp camı işaret ettiğinde onu anlarcasına başımı salladım. Sabah evden çıktığımızda da siyah bulutları görmüştüm.
"Gediz Bey de aşağıdaki alanın düzenlenmesini istedi. Japonlarla olacak yemeği oraya hazırlıyor arkadaşlar." Kaşlarını kaldırıp söyledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tamam Mı, Devam Mı?
FanfictionSeninle beraber bir ev yapmaya çalıştım. Ama kapılar başka tuzaklara açıldı, merdivenler ise bir koridora çıkmadı. Değişmeye başladım. Çenemi kapalı tutmaya, daha ağır başlı, daha güzel, daha az uyanık olmaya çalıştım. Sonra da beni öldürdün, hem de...