Keyifli okumalar!
Güneş parlarken ardında tepelerin, ben okul yollarında sürünmekteyim. Lise son sınıfa yeni başlamış, sürüngenler sınıfında yeni bir tür olarak hayatını devam ettirmeye çalışan biriydim. Okul-özel ders-ev hayat üçgeni daha yeni başlamasına rağmen canıma tak ettirmişti.
Karşıda, sabahın bu saatinde sallana sallana yürüyen yaşlı amcaya ters ters baktım. Uyumak için vakti vardı ama o dışarılarda geziyordu. Sonra ters bakışlarımı yanımdan hızla geçen arabalara çevirdim. Görebildiğim her şeye ters ters bakıyordum. Kimse benim huysuz ve nefret dolu bakışlarımdan mahrum kalmamalıydı.
Bu huysuzluğum biraz da annem ve babamsız kahvaltı yapmamdan kaynaklanıyor olabilirdi. İkisi de doktordu ve çok çalışıyorlardı. Bazen haftada üç kez görebiliyordum onları. Hayatımın büyük çoğunluğu onlarsız geçmiş olsa da yine de böyle bir şeye alışmak zor oluyordu.
Ağzım sinirli kedinin ağzına benzemeye başlarken ikisini de aklımdan çıkardım. Ben de tıp okuyacaktım. O zaman da onlar beni göremeyeceklerdi.
Ayağımın önündeki taşa vurarak can sıkıntımı taşa aktarmaya çalıştım ama canım daha da sıkılmıştı çünkü yeni aldığım beyaz spor ayakkabımın önünde kara bir leke belirmişti. Benden hızlı bir intikam alan taşı rahat bırakarak kaldırıma hopladım.
Aslında sabahları yürümeme gerek yoktu çünkü okulumuzun lüks servisleri vardı. Eh, kolej yani tabii ki olacak. Ama ben kullanamıyordum. Bizim semtin servis şoförü bir türlü beni ve birkaç kişiyi daha nereden alacağını öğrenememişti. En sonunda ben de eeeööh demiştim. İşte bu yüzden şimdi otobüse biniyordum.
Hemen boş bir koltuk bulup gözlerimi kapattım. Sabah saatlerinde, bu kadar uykum varken büyüklerime saygım yoktu. Artık kusura bakmasınlar.
Yaklaşık yarım saat süren yolculukta kulaklığımı takmadığım için arkamdan konuşulan her şeyi duymuştum çok şükür. 'Şimdiki gençler ne fena' dan tutun 'Bunlara okulda adam olmayı öğretsinler önce' ye kadar geniş bir skalada hakarete maruz kalmıştım.
Normalde hepsine teker teker söyleyeceğim şeyler vardı ama her sabah gördüğüm kişiler oldukları için mezun olana kadar bu riski almamaya karar verdim.
Yanıma kurulmuş olan teyzenin kucağından geçerek otobüsten indiğimde derin bir nefes aldım. Oksijen çok değerli bir şeydi ama maalesef bazı kişiler onu israf ediyordu. Mesela arkamdan kornaya basan kişi.
En öfkeli bakışlarımı gözlerime yerleştirerek kornaya basana döndüğümde arabasından bana el sallayan Toprak'ı gördüm. Yanında da ikizi Yaprak, kollarını göğsünde kavuşturmuş kös kös oturuyordu.
Toprak'a uygun bir hareketle karşılık verip okuldan içeri girdim. Canım arkadaşım Pelin gülümseyerek beni bekliyordu diyeceğim günler sanırım hiç gelmeyecekti. Beni görmemişti bile. Açık kahverengi saçlarını sağ omzuna almış, uçlarını parmaklarıyla kıvırarak birkaç gün önce aşık olduğuna karar verdiği Egehan'a bakıyordu.
Egehan, kolejin sahibinin yeğeniydi. Sanırım bu yüzden o kadar çok dövmeyle okula gelmesine izin veriyorlardı. Bir tek yüzünü temiz bırakan Egehan, dövmeleriyle Pelin'in gönlünü çelmişti. Ben ise dövmeden hiç hoşlanmayan biri olarak çocuğun sadece alnına bakabiliyordum. Bu da garip görünmeme neden oluyordu çünkü Egehan'ın boyu benden uzundu ve sadece alnına baktığımda gözlerim tuhaf görünüyordu. Ne yapayım, midem bulanıyor.
Pelin'in yanına ulaştığımda koluna girip onu içeri sürükledim. "Sırf Egehan'ı görebilmek için sabahın yedisinde okula geldiğine inanamıyorum." dedim onu kınayarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf Dövmecisi
FantasíaKaranlık sokakların birinde, kenar köşede kalmış bir dövmeci, yıllardır saklanan bir sırrı korumaya çalışıyordu. Burası normal bir dövmeci gibi görünen ama normallikle uzaktan yakından alakası olmayan bir yerdi. Dükkan göz önünde olmasa da kime sors...