7|Son Partisi

3.2K 224 11
                                    

Şatodan kaçmayı başarmıştım. Buna hâlâ inanamıyordum. Her şey biraz fazla kolay olmuştu sanki. Aman neyse. Sonuçta artık orada değildim.

Egehan'la birlikte karanlık ve soğuk mağaranın içinden geçerken Alkın'ın ve şatodaki diğer kişilerin vereceği tepkileri düşünüyordum. "Sence bundan sonra ne olacak? Alkın bizi aramaya çıkar mı dersin?" diye sordum merakla.

Egehan elinde tuttuğu meşaleyi suratıma doğru çevirerek "Alkın deyip durma. Prens Dorian onun adı." diye karşılık verdi. Bıkkınlıkla "Her neyse işte." dedim ben de.

"Bilmiyorum ama bence arayacaktır. Sen onun elindeki önemli bir kozdun çünkü seni krallığına karşı fidye için kullanacaktı ama şimdi elinden kaçırdı ve buna öylece seyirci kalmayacaktır." dedi. Bence Egehan'ın olan bitenden hiç haberi yoktu ve buna rağmen benim korumalığımı yapmaya çalışıyordu.

"Fidye için mi? Bana öyle söylemediler ama?" dedim.

Tekrar bana baktığında ayağı bir taşa takılmıştı. Az kalsın yere kapaklanıyordu ki kolundan yakalamayı başardım. "Dikkat et! Bana dönmesen de seni duyabilirim, merak etme." dedim.

Aldırmayarak bana bakmaya devam etti. "Sana ne dediler ki?"

Akşam yemekte yaşananları düşündüm. "Alkın yani Prens Dorian benimle bir varis için evlenmeyi düşünüyormuş. Kral Alastair yemekte böyle söyledi." dedim.

Egehan şaşkınlıkla "Varis mi? Böyle bir şey mümkün mü?" diye sorduğunda omuz silktim.

"Bilmiyorum. Bence mümkün olmamalı çünkü aşırı saçma." diye cevap verdim.

"Bunu dövmeciye bir sorsan çok iyi olur bence." dediğinde sıkıntıyla nefes aldım. Dövmeciye sormam gereken birçok şey vardı ama ben daha fazla şey öğrenip bu dünyanın içine daha çok girmek istemiyordum.

Meşalenin loş ışığı altında ilerlemeye devam ederken mağaranın derinliklerinden gelen garip seslerle ürkmeye başlamıştım. Yarasa sürüsü olduğunu düşünüyordum. Umarım öyledir.

Şimdi nereye gideceğimizi merak ederek "Peki bundan sonra ne olacak? Ne yapacağız?" diye sordum.

Egehan kısaca bana bakıp önüne döndü. "Seni krallığına ulaştıracağım." diye cevap verdi.

Yüzümü buruşturarak "Ne yani? Bu kadar mı?" diye sordum. Krallığa ulaşınca tüm görevim tamamlanıyor muydu? Beni bunun için mi meşgul ediyorlardı?

Egehan güldü. "Bu kadar mı dediğin şeyin ne kadar büyük bir şey olduğunu yakında göreceksin. Çok uzun ve tehlikelerle dolu bir yolumuz var." dedi.

Merakla "Çok uzun derken? Ne kadar mesela?" diye sordum.

"Eğer yolda başımıza hiçbir şey gelmezse ve karşımıza hiçbir şey çıkmazsa yüz gün sürecek ama karşımıza bir şey çıkmama ihtimali yüzde sıfır." dediğinde gözlerim yerinden çıkacaktı.

"Ne?" diye bağırdım ve kanat sesleri duyarak başımı eğdim. Yarasaların şu an suratıma çarpması da başıma gelebilecek olası şeylerden biriydi. "Yüz gün yürüyecek miyim yani? Bir de en iyi ihtimalle? Bu elbiseyle mi?"

Egehan kahkaha attı. "Elbise sorununu yakınlardaki bir köyden halledebiliriz ama diğer sorunun cevabı: evet. Üzgünüm senin uçma yeteneğin yok. Bu yüzden yürümek zorundasın." dedi. Sanırım ağlayacaktım. Evet, hatta şu an ağlıyordum.

Gözümden akan yaşları silerken "Yüz gün yürümek nasıl bir görev ya?" diye hıçkırdım.

Egehan bana yaklaşıp yavaşça "Meira?" diye sorduğunda "Meira deme bana!" diye patladım.

Rüzgâr Sokağı'nın Tuhaf DövmecisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin