0.1

2.7K 172 487
                                    

Playist;

Enhypen-Let Me In

Hayat neydi? Sadece nefes alıp vermek miydi? Yoksa aşık olup doyasıya yaşamak mıydı? Benim için hayat, ikisi de olmamıştı. Sadece okul ve ev arasında gidip gelmekti. Okul... Ev...

Hayatımda sınavlardan düşük alma, sınıfta kalma korkusu ve sınava girerken ki heyecan dışında hiçbir hareketlilik olmamıştı. Ben hep şansız, câhil, üzülen taraftım. Aslında câhil değildim. Çok okurdum, çok öğrenirdim ama sırf oyunları ya da insanların arasındaki kendine özgü şeyleri bilmiyorum diye câhil ilân edilmiştim ben.

Aslında asıl câhillik okumamaktı. Asıl câhillik bilmediğini öğrendikten sonra öğrenmemekti ama işte... İnsanlar kendi düşüncelerine bile hakim olamazken ben nasıl onların düşüncelerine hakim olabilirdim ki?

Hayat bana boş gelir bazen. Bomboş... İlk defa çok büyük çaplı bir sınava girdiğimde elim ayağım titriyordu. Hayatımdaki en büyük heyecanlardan biride buydu sanırım. Bir yıl boyunca o sınava çalışmıştım ben ama çabalarımın sonuç verdiği söylenemezdi. O sınavdan çıktıktan sonra boşluktaymışım gibi hissettim.

Artık zorlu olan bir sınava gireceğim için her gün sayfalarca test çözmüyordum. Film, dizi, anime... Her şeyi ama her şeyi izleyebilir, yapabilirdim ama ben bunları yaparken hep içimde kötü duygular hissettim. Çünkü sınavdan düşük almıştım. Bunu kutluyor gibiydim. Ailem ise üzerime geliyordu. Çemkiriyorlardı sınav konusu açılınca.

Başkalarının çocukları ile beni kıyaslıyorlardı. Benden iki, üç yaş büyük kişiler ile kıyaslıyorlardı. Aynı yaşta olan insanlar bile kıyaslanamazdı bence. Çünkü her insanın kendisine özgü bir kapasitesi vardı ama benim ailem her insan gibi benim kötü yönlerimi görüyordu. İyi yönlerim Ay'ın yanında sönük kalmış bir yıldız gibiydi. O yıldız uzaktan bakınca parlaklığı ve büyüklüğü Ay'dan küçük olsada yaklaştıkça büyür. Hatta bazıları vardır ki Ay'ı geçtim Dünya'dan bile büyüktür ama insan görmeyi istemezse görmez. Kör olur...

Sıranın üstündeki okuma kitabını da alıp, çantama koyup çantamın fermuarını kapattıktan sonra kapıya doğru ilerlemeye başladım.

Edebiyat dersinden sonra mayışmıştım. Zaten dün akşam geç yattığımdan dolayı sabahtan beri ayakta uyukuluyordum. Üstüne birde edebiyat dersi olunca ayretten de konumuz şiir olumca yere oturup uyursam şaşırmazdım.

"Soo Bin-ah!"

Arkamdan bağıran ince kız sesi ile durup arkama baktım.

Benden uzun bir kız vardı. Şaşırmamıştım. Eğer benden kısa olsaydı şaşardım asıl. Kızın yüzüne biraz daha dikkatli bakınca, simasının tanıdık geldiğini fark ettim. Küt kesilmiş siyah veya kahverengi saçlarının yeni yeni uzamaya başladığı belliydi. Tombul yanakları ile de çok tatlı bir görüntüye sahipti.

Birkaç saniye sonra yanıma nefes nefese vardığında, bir elini kalbinin üstüne koydu. Ardından taktığı çantasının omzundan aşağı sarkan kolunu da diğer eli ile yerine yerleştirdi.

"Ah! Ne kadar hızlı yürüyorsun öyle! Sana yetişene kadar nefes nefese kaldım."

Dedi sitem edercesine. Hızlı yürümüyordum ki. Bu benim en yavaş hızımdı. Ya ben fark etmeden maraton oyuncusu gibi hızlı yürüyordum ya da o acayip yavaş yürüyordu. Bir süre sonra konuşmayınca kaşlarım çatıldı. Artık ne söylecekse söyleseydi de eve gidip uyusaydım.

"Her neyse. Ödevi ne zaman yapacağız?"

Dedi nefesi sonunda yerine yeni yeni gelmeye başlarken.

"Ne ödevi?"

Truthfulness/Courage | Lee HeeseungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin