Playist:
The Cinematic Orchestra-To Build A Home...
"Siyah mı, beyaz mı?" diye sordum, sırayla üzerime tuttuğum tişörtleri aynadan kendime bakarken göstererek. "Bence ikisini de alalım." Elimdekileri üstümden çekip Heeseung'a doğru döndüm. "İyi ama iki tane aynı tişört istemiyorum. Birisini almak istiyorum." Mızmız bir çocuk edasıyla konuştuğumu fark edip kendi kendime kızdım içten içe. Sabahtan beri küçük bir kız çocuğu gibi o değil, bu değil, diyerek her şeyde bir kusur bulmuştum. Neydi bu hâlim? Acaba Heeseung davranışlarımdan ötürü bıkmış mıdır? Büyük ihtmalle. Kim bıkmaz ki.
Ben olsam çoktan sinirlenmiştim bile. Ancak o, o kadar sabırlıydı ki... Boşuna onun yüzüne bakarken ya da sesini dinlerken rahatlamıyordum. Onun ruhu da öyleydi. Gençliğinden ötürü kıpır kıpırdı ama buna rağmen insanın her korkusunda, stresinde yanına sığınabileceği olgun ve rahatlatıcı kişiliğe de sahipti. İstediği zaman bu kişiliği ortaya çıkarıyordu. Tekrardan onun ne kadar güzel bir baba olacağını düşündüm.
Heeseung'ın babası ile konuşmamızın üstünden bir iki hafta geçmişti. Bu süreçte sürekli Yu Jin ile beraber iş yerine gidip onunla konuşmuş ve ikna etmeye çalışmıştık ama bunu kabul etmemişti. Sonrasında başlayan sınavlarımız olmasa devam edecektik ancak sınavlarımızdan dolayı onunla görüşmelerimizi iki haftalığına ertelemek zorunda kalmıştık.
Dün tüm sınavlarımız bitmişti ve bugün hafta sonu olduğu için Heeseung benimle dışarı çıkmak istemişti. Listeme yazmış olduğum bir diğer şeyi, animasyon izlemeyi, gerçekleştirmek için buluşmuştuk. Kırmızı Pabuçlar ve Yedi Cüceler izlemiştik. Açıkçası Merlin'e aşık olmuştum. Uzun zamandır editlerini gördüğüm ama bir türlü izleyemediğim, merak ettiğim bir animasyondu. Bu yüzden benim için güzel geçmişti. Sinema bittikten sonra ise alışveriş yapmak için gezmeye başlamıştık. Sınavlarım bittiği için daha rahat olacağımdan bugünü seçmiş olmalıydı. Onun vizeleri de pazartesi başlayacaktı. Sanırım bu yüzden ikimizinde boş olduğu bugünü yani cumartesiyi seçmişti.
Heeseung ile siyah mı yoksa beyaz mı, karar veremediğim tişörtleri bırakarak mağazadan çıktık. Yoksa Heeseung bile benim huysuzluğuma dayanamayacaktı. Yaklaşık iki buçuk saattir alışveriş yaptığımızdan ve hiç oturmadığımızdan dolayı bacaklarım çok ağrıyordu. Heeseung, mağazalara bakarak ilerlerken dikkatini çekmek için tuttuğum elini yavaşça iki kez aşağı doğru çektim. Ne olduğunu anlamak ister gibi bana döndüğünda ise konuşmaya başladım. "Ben çok yoruldum." Durup biraz düşündükten sonra biraz ilerideki restorana girme kararı aldık.
Bir kolonun kenarına yerleştirilmiş mor bir masaya oturduk ve siparişlerimizi verdik. Çantamı üzerine oturduğum lila rengindeki L koltuğun kenarına koyduktan sonra ceketimi de çıkartıp üstüne koydum. Bu sırada Heeseung'ta ceketini çıkarıp bana verdi ve ben, onun da ceketini alıp benimkinin üstüne koydum. İkimiz yan yana L koltukta oturmuş siparişlerimizi bekliyorduk. Hiç ne giyeceğimizden bahsetmememize rağmen ikimizde birbiri ile uyumlu kıyafetler giymiştik. Benim üzerimde; kot ve bol bir pantolon, beyaz bir tişört ve siyah deri ceket vardı. Aynı şekilde o da bol kot pantolon, beyaz tişört ve siyah deri ceket üçlüsünü giymişti. Onu ilk gördüğümde bu tatlı rastlantı beni oldukça şaşırtmış ve mutlu etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Truthfulness/Courage | Lee Heeseung
FanfictionŞişenin soru kısmı ona diğer kısmı da bana bakacak şekilde durduğunda gergince dudağımı ısırdım. "Doğruluk mu, cesaretlik mi?" Sakin sesi ile biraz olsun rahatlasamda kalbim hâlâ hızlı hızlı çarpıyordu. Bu oyun beni geriyordu. "Cesaretlik." Doğrulu...