1.2

1.2K 117 50
                                    

Playist:

Rauf & Faik-я любию Тебя|Ya Lyublyu Tebya...

Etrafı incelemeye başlamışken, "Buraya neden geldik?" Diye sordum. Şu anda arabanın içindeydik ve karşımızda dalgalı deniz vardı.

"Canım istedi." Kaşlarım çatılırken başımı ona çevirdim. Ne diyeceğimi, daha doğrusu nasıl karşılık vereceğimi bilmemiştim. Zaten o da ben ona döndüğüm sırada arabadan indiği için bir söylemiş olsam bile duymayacaktı. Cidden...

"Hadi inmiyor musun?" Dedi kendi kapısını kapatmadan önce. Kaşlarım çatık bir şekilde kucağımdaki çantamla beraber arabadan indim ve kapıyı kapattıktan sonra çantayı sırtıma takarak yanına geçtim. Arabanın önünde bekliyordu.

Arabayı kilitledikten sonra elimi tuttuğundaysa öylece kaldım. Cidden böyle ani hareketlere alışık değildim ve üç ay boyunca katlanmam gerekecekti. "Ne yapıyorsun?" Kaşlarım çatık onun ilerlemesi sonucu ben de arkasından gidiyordum.

"Sevgilimin elini tutuyorum?" Yanaklarımın kızardığını hissetsemde umursamadan elimi ondan çekmeye çalıştım. "Elini tutmak istemiyorum." Elimi cümlem biter bitmez bırkınca bir şaşlınlık kapladı tüm bedenimi. Yani bu kadar basit miydi?

"Elini istedin diye bıraktım ama sen orda durmuş bekliyorsun. Yürümezsen seni dinlemeyip, elini tutacağım." O söyleyene kadar durduğumu fark etmemiştim. Tekrardan hızlanırken aramızda birkaç adımlık mesafe bırakarak yürümeye başladım.

Arabaya bindikten sonra ilk durağımız onların eviydi. Yu Jin, arabadan inmiş ve gitmişti. Ben ineceğim sırada ise bizim başka bir yere gideceğimizi söylemişti. Doğrusu çok şaşırmıştım. Ardından araba tekrar hareket etmiş ve şu an bulunduğumuz yere, sahile, gelmiştik.

İleride gördüğüm iki katlı ev ile kaşlarım havaya kalktı. Beni oraya götürüyor olamazdı değil mi?

Heeseung, sonunda dayanamamış olacak tekrar elimden tuttu ve çekelemeye başladı. Beni çekiştirdiği yöne bakılırsa gerçekten de o eve gidiyorduk.

Birkaç dakikanın ardından vardığımız eve baktım aşağıdan. Kahverengi ve kerem rengine sahipti. İki katlıydı ve eve baktıkça buzlu bir latte içesim geliyordu. Cidden güzel bir evdi.

Heeseung, beni çekelemeye devam etti ve kapının önüne geldiğimizde elimi bıraktı. Cebinden bir anahtar çıkarmıştı. Anahtarın anahtarlığı yoktu. Sadece bir anahtar olduğu içindi sanırım. Anahtarı çabuk hareketler ile yuvasına yerleştirdi ve birkaç kez çevirdikten sonra kulpundan tutup ittirdi.

Kapıdan içeri girdikten sonra ayakkabılarını çıkardı ve kenardaki ayakkabılağa koydu. Ayakkabılıkta onun henüz şimdi koyduğu ayakkabıları hariç ayakkabı yoktu. Benim orda, kapıda, öylece durmuş onu izlediğimi görünce başını kaldırdı ve "hadi" dercesine baktı.

Dudaklarımı ısırırken içeri girdim ve ayakkabılarımı tıpkı onun gibi çıkarıp ayakkabılığa ilerledim. Ayakkabılarımı onunkinin yanına koyduktan sonra ona döndüğümde, yüzünde hafif ve memnun bir tebessüm ile ayakkabılara baktığını fark ettim.

"Neye gülüyorsun?" Sorarcasına gözlerine bakmaya başladığımda, o da gözlerini benim gözlerim ile buluşturdu ve omuz silkti. Kafam karışsada fazla belli etmemeye çalışarak arkamı döndüm ve kapıyı kapattım.

Doğrusu onun ile bu koca evde yalnız kalıyor olmak beni tedirgin etmiyor, desem yalan olurdu. Ona hala güvenemiyordum. Tanışalı ne kadar olmuştu ki?

Buna rağmen sevgilisiniz ama, diye söylendi iç sesim. Siyaha boyadığı tırnaklarına bakıp üflemişti. Oturup saatlerce bunun onun suçu olduğunu anlatmaya çalışasım vardı ama işte... Ne yer, ne de zamanıydı. Üstelik bunu yaparsam ve yaparken yakalanırsam, deli olduğumu söylerledi. Ah insanlar... İnsan kendisi ile konuşabilmelidir halbuki. Buna 'delilik' denemez. Ama diyorum ya insanlar, insanlar, insanlar ve insanlar...

Truthfulness/Courage | Lee HeeseungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin