Playist:
Teya Dora-Dzanum...
Lee Heeseung...
Karşımda duran kadına baktım. Evet, o artık küçük bir kız değildi. Bir kadındı. Üstelik bu fiziken değil, ruhen de geçerliydi. Çocuksu çehresi gelişmiş yüz şekli yerine oturmuştu. Çok sevdiğim tombik çenesi kavisli bir hâl almış, keskinleşmişti. Gözleri hâlâ kocamandı ancak onların içindeki çocuksu neşe, bana karşı olan heyecan ve sevgi yoktu. Bir boşluktu sadece. Yüzünde kadınsı bir hava hakimdi. Boyu çok olmasa da biraz uzamış ve fiziği gelişmişti. Eskiden balık etli olan o, büyük ihtimalle hâlâ aynı kilo civarında olmasına rağmen vücudu şekil aldığı için kalçaları ve göğsü büyümüş, beli incelmişti.
Nefes nefese bir şekilde kendimi hâlâ onu incelemekten alamıyorken sonunda kendimi toparladım ve konuştum. "Sonunda seni buldum." Sanki yine yıllar öncesine dönmüşüz ama ruhlarımız yer değiştirmiş gibiydi. Bunu ta ilk andan anlamıştım. Onun içindeki çocuksu neşe sönmüştü. Her daim yanımdayken ne yapacağını bilemez tavırları, sürekli her şeyden utanması, benden kaçınması ama aynı zamanda benden vazgeçememesi... Tüm bunları toprağa gömmüştü. Bunları tekrar çıkarabilir miydim toprağın altından? Çıkarsam bile tekrar sahibine teslim etsem bile tekrar eskisi gibi olabilir miydik ki? Bilmiyordum, tek bildiğim onu bir daha bırakmayacak olduğumdu. Ona muhtaçtım. Tıpkı çöldeki susuzluktan ölmek üzere olan birinin suya ihtiyacı olduğu kadar benim de ona ihtiyacım vardı. Biçimli kaşları çatılırken ortasında küçük bir çukur oluştu ama güzelliğini gölgeleyemedi. "Anlayamadım?"
Kolay olmayacağını biliyordum ama onu istiyordum. Onunla tekrardan beraber olmak ve hayatımın sonuna kadar yanında olmak istiyordum. "Kore'ye geldiğimden beri seni arıyordum. Sonunda seni bul-" tekrar yenilediğim sözümü yarıda kesti. "Kusura bakmayın, biriyle karıştırdınız herhalde. İzinizle." Bu buz gibi ses ona mı aitti? Eskiden olsa sesi çıkmazdı bile. Cılız ve ince sesi oldukça tatlıydı. Sesi değişmediği hâlde konuşma tarzı değişmişti. Nasıl aynı o ses bu kadar soğuk, mesafeli ve kadınsı çıkabilirdi ki?
Keskin bakışlarını bana son kez yollayıp gittikten sonra kalbimdeki garip hisle öylece kaldım. O olduğuna emindim. Neden kabul etmemişti? Kim Soo Bin olduğuna adım kadar emindim! Yaşadığım şokla olduğum yerde durdum ve derin bir nefes vererek arkasından onu izledim. Dik bir duruşla hızlı hızlı yürüyordu. Üzerinde kırmızı, dizlerinin biraz üstünde biten bir şort ve beyaz bir tişört vardı. Kol çantasını çekiştirerek elindeki dosyalarla hızla ilerledi. Onu uzun zamandır arıyor olmama rağmen aniden karşıma çıkınca afallamıştım. Ne kadar arkasından gitmek istesem de gireceğim toplantı ve başımda dikilip bana nefes aldırmayan sekreter, buna olanak vermiyordu.
Sıkıntılı bir nefes vererek toplantı odasına ilerledim ve Soo Bin'i sonra düşünme kararı aldım. Toplantı salonun önünde bekleyen sekreterim, bana kapıyı açtı. Ben içeri girer girmez herkes ayaklanırken bu şirketin CEO'su da ayaklanmış ve yanıma gelmişti. Kısa bir selamlaşmanın ardından benim için boş bıraktıkları yere oturdum ve iki şirket arasındaki alışverişi konuşmaya başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Truthfulness/Courage | Lee Heeseung
FanfictionŞişenin soru kısmı ona diğer kısmı da bana bakacak şekilde durduğunda gergince dudağımı ısırdım. "Doğruluk mu, cesaretlik mi?" Sakin sesi ile biraz olsun rahatlasamda kalbim hâlâ hızlı hızlı çarpıyordu. Bu oyun beni geriyordu. "Cesaretlik." Doğrulu...