bölüm 27

3.6K 321 664
                                    

Avlu kapısından tutunup ayakkabılarını ayağına geçiren Yusuf; kenarda bekleyen grubun yanına adımladı. Recep Ali, Vedat, Kenan İsmail ve köyden bir kaç gençle birlikte balık avlamaya gidecek, akşama da ızgarayı hazır edip önceden planladıkları çilingir sofralarını kuracaklardı. Yusuf'sa ustasının kaybolmaya yüz tutmuş çeşmesini düzeltmek için ormana gidecekti.

Muhtarla ustanın çıkmasını beklerken diğerlerinin sohbetine katılmayıp, yanında duran baba oğula verdi dikkatini.

"Şu üstünü ne zaman düzgün giyeceksin?" İsmail, 8 yaşlarındaki oğlunun ceketini düzeltirken bir yandan da söyleniyordu.

"Ben giyiyorum kendi çıkıyor baba." Bu bahaneye gülümsedi Yusuf.

"Öyle şey mi olur, bizimki niye çıkmıyor o zaman?"

"Karar verdin mi kimle gideceğine? Dedenle misin, bizimle misin?"

"Annem dedenlerle git dedi ama ben karar veremiyorum." İsmail onları izleyen genci fark edince sordu:

"Sence ne yapsın Yusuf abisi?" Beklenmedik soruya şaşıran Yusuf sağ elini çocuğun başına koyup okşadı.

"Annesinin sözünü dinlesin tabii, nehir tehlikeli olabilir." Uyku mamurluğuyla kırpıştırdığı gözlerinin arasından parıltı geçen çocuk sevinçle zıpladı.

"Tehlike mi? Çok heyecanlı," başındaki ellerden sıyrılıp babasının bacağına yapıştı. "Sizinle geleceğim baba, sizinle geleceğim..."

"Ananı dinlesen şaşardım zaten."

Yusuf boşta kalan elini tekrar cebine atarken, çocuğun heyecanına gülmeden edemedi. Durduk yere insanın başına iş açacak tipte biriydi, gün sonunda sağ salim eve dönebilsin diye dua etti içinden.

Çok geçmeden camiden çıkan ikili de yanlarına gelince araçlarına bindiler.
İsmail kendi arabasına gitmeden önce "Akşam gel muhakkak." Demeyi ihmal etmemişti. Defalarca reddetmesine rağmen ısrarlarına devam eden adamı yanıtsız bırakarak bu işten kurtulmayı amaçlıyordu. Kaçarak. Aynı zamanda yanında oturan gençten de kaçmak istiyordu fakat bu pek mümkün değildi çünkü önüne çıkan her şeyi fırsata çevirebilen bir varlıktı. Yılmadan.

Şevket usta ve muhtar önde; ikisinin eşleri, Yusuf ve Kenan arkada yolculuklarına başlamışlardı.  Sığamıyorum bahanesiyle bir kolunu Yusuf'un omzuna atıp, başını ona doğru eğen Kenan hâlinden oldukça memnundu.
Karnına atılan dirseği ya da bıkkın nefes alışları umursayacak hâli yoktu onun yerine muhtarla ustanın muhabbetine odaklandı.

"İşe koyulmadan önce bir çay içeriz, güç toplayalım, mühendis beyimizi de yormayalım."

"Güçlü delikanlı, kolay kolay yorulmaz."

"Bu tempoya alışığız, geldiğimizden beri arşınlamadığımız yer kalmadı." Kenan onlara yanıt vererek ikisini de güldürmüştü.

"Bu iş öyle elinde dosyalarla dolaşıp not almaya benzemez mühendis bey, kolay değil toprakla uğraşmak."

"Gidince göreceğiz." Yusuf'un omzunu sıkıp kendisine bakmasını sağladı, gülümseyen bir suratla ona bakarken karşılık bekliyor değildi ancak bir şekilde iletişimde kalmak istiyordu onunla. Dokunarak, göz göze gelerek, az da olsa konuşarak belki tartışarak, bir şekilde ulaşmak işte. Yusuf karşılık vermemişti, tepkisizliğiyle önüne bakmıştı sadece.

Yanlarında oturan kadınların ve öndeki adamların muhabbeti birbirine karışmış hâlde sonlandırdıkları yolculuk onları derme çatma bir sayvana getirmişti. Önce karınlarını doyurup ardından arabanın kasasındaki malzemeleri yüklendiler ve çeşmenin olduğu yere vardılar.

FÂRİĞ OLMAM EYLESEN YÜZ BİN CEFÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin