Yusuf çatının tahtalarına tutunarak kendini yukarı çekti ve açıkta kalan sabit kısma oturup demin bıraktığı keseri aldı. Önündeki yamukluğu düzeltmek için kesme işlemine başlamışken aşağıdan gelen sesleri duydu. Eğilip baktığında muhtarın yanında ikisi takım elbiseli ikisi serbest giyimli dört adamın bahçeye girdiğini gördü.
Bir yandan etrafı inceliyor bir yandan da hararetle konuşuyorlardı. Şevket usta da eğilip baktığında:
"Gelecek olan mühendisler bunlar galiba." Diye Yusuf'un merakını giderdi ardından muhtara seslendi.
Muhtar ve yanındakiler yukarı baktığında selamlaştılar."Dur ben bir gideyim de ilgileneyim şunlarla. Sen işine devam et." Deyip aşağıdakilerin yanına gitti.
Yusuf işine dönerken bir haftadır muhtarın ağzından düşmeyen mühendislerin gelmiş olmasıyla iyice gerildi. Sabah akşam nerede görse: "çevre mühendisleri gelecek, misafirhanede kalacak, ev sahibi sayılırsın güzelce ilgilen onlarla, güzel ağırlayalım, aman kabalık etmeyelim, bizi güzel ansınlar..." gibi cümleler kurup Yusuf'u darlıyordu.
Sonunda gelmişler diye düşündü ve tekrar onlara baktığında biriyle göz göze geldi. Yakalanmış gibi hissedip bakışlarını çekti hemen.
Bir zaman sonra bahçeyi terk ederlerken demin göz teması kurduğu genç yine Yusuf'a baktı. Ne derdi var acaba? Diye geçirdi içinden.Usta yanına geldiğinde onu bilgilendirdi. Evin kanala giden borularına bakılacakmış, incelemeye gelmişler. Sene de iki üç kez ziyaret edermiş mühendisler buraları ama değişen bir şey olmazmış bir sağanakla yapılan her şey bozulurmuş.
"Şimdiki belediye başkanı peşine düştü bu işin ne kadar sürerse sürsün bu sıkıntıyı kökünden halletmek istiyor. Takım elbiseliler belediyeden adamlar, o iki genç de mühendismiş. İstanbul'dan gelmişler."
"Ya, öyle mi?" Dedi sadece ve işine devam etti.
Burada geçen günlerine artık alışmıştı ama iş öyle dedikleri gibi bir ayda bitecek gibi durmuyordu.
Sabah namazıyla işe başlayıp akşam ezanıyla bitiriyorlardı üç kez yemek arası veriyorlardı. Saatlerini buraya verdikleri hâlde hâlâ pek bir şey kat edememişlerdi.
Arada Yunus abisiyle araşıp konuşuyorlardı. Dükkanın işleri tıkırındaymış. Şöyle bir düşündüğünde -tabii kendini sevmeyen insanları saymazsa- burası ona inzivaya çekilmiş gibi hissettiriyordu. Şehrin kalabalığından köyün sakinliğine gelmiş, fiziksel işlerle uğraşıp kimseyle duygusal anlamda boğuşmuyordu.
Huzurlu hissettiği zamanlar, yaşamaktan zevk aldığı anlar çoğalmıştı.
Tabii bunları kendine çok görmesiyle, onları da yok edip huzursuzlanıyordu ama yaşadığı küçük mutluluklar ona iyi gelmişti. Bunu kabullenmişti.
Akşam vakti geldiğinde toparlanıp çıktılar. Yusuf kaldığı yere gelince anahtarla kapıyı açtı acaba gelmişler mi diye kontrollü bir şekilde içeri geçti.
Henüz kimse yoktu, yattığı yere girdiğinde aldığı naftalin kokusuyla yeni yatakların gelmiş olduğunu anladı.
Misafirhane ayrı ayrı odalardan oluşan bir yer değildi. Kocaman bir oda ve içerisindeki divanlarla tarihi bir yerdi burası. Yenilemeler yapılmıştı fakat aslına uygun olmasını istedikleri için de odayı bölmemişler öylece bırakmışlardı.
Büyük odanın kapısı; tuvalet, banyo ve mutfak barındıran genişçe bir balkona açılıyordu.
Yusuf güzelce banyo yapıp üzerini değiştirdi, namazını da kıldıktan sonra mutfakta kendini hazır bekleyen yemeği yemeye gitti. Bu zamana kadar yemeklerini Ayşe getirmişti bundan sonrası köydeki diğer kadınlara aitti çünkü muhtar, mühendislerin yemeğini hazırlamak için tüm köyü seferber etmişti. Artık her ev sırası geldiğinde buraya yemek bırakacak Yusuf da onlardan nasiplenecekti.