bırak küçük dağlar yerinde dursun*

3.2K 211 138
                                    

Miyopastig, Zeki Müren adlı kişiyi sohbete dahil etti.

Her şey gönlünüzce olsun, her şey dilediğinizce olsun, her şey her zamankinden daha yüce olsun. Her zaman olduğu gibi en engin sevgilerimi, en derin hürmetlerimi arz ediyorum, lutfen kabul buyurunuz efendim, sağ olunuz. 

-

Uzun mu kısa mı olduğu kafa karışıklıkları yüzünden anlaşılamayacak yol sonunda Şevket ustanın sayvanına gelmişlerdi. Yusuf titreyen elleriyle cebinden çıkardığı anahtarlardan biriyle kapının asma kilidini açıp içeriye girdiğinde Kenan da onun ardı sıra geçti içeri. İlkinde ikincisinde ve devamında yaptığı üzere alışkanlık zannedilecek şekliyle yakasına yapıştı Kenan'ın. Kapattığı kapıya yaslayarak öpmeye başladığı gençten artık ne kadar faydalanabilirse faydalanmak istiyordu. İyi hissetmek, uzak kaldığı o tatlara ulaşmak istiyordu:

Biriyle öpüşmek yani koca bir ateşi tutuşturmak.

Biriyle özensizce soyunmak yani ateşi harlamak.

Biriyle yuvarlanmak sert bir yatağa yani ateşe atılan odun olmak.

Biriyle vücudun tüm kıvrımlarını yeniden keşfetmek yani ateşe dokunmak.

Biriyle beraber olmak yani ateşte savrulan kıvılcım olmak.

Biriyle bütünleşmek yani artık ateşin kendisi olmak.

Biriyle ağır ağır sakinleşmek yani sönmek bir kor sıcaklığında...

Pişmanlık duymamak ve kabullenmek. Ben buyum. Önceden de buydum, diyebilmek. Bunları istiyordu ve elde etmişti sonunda. Dinmişti tüm sızıları, kavuşmuştu şifasına.

Soluksuz sergiledikleri gösterinin sonuna geldiklerinde yatağa yerleştiler iyice. Kenan biraz uzağında kalan gövdeyi kollarıyla sarıp kendisine yaklaştırdı. Ensesine bıraktığı öpücüğün ardından derin bir nefes aldı, uyuyup kalmak istediği yerdi burası.

Sormak istediği şeyler azmış gibi bir de yenileri eklenmişti işin içine. Devamı gelir miydi, bu başlamamış ilişki burada sonlanır mıydı bilmiyordu ve soramazdı da. Sorsa sanki her şeyi kendi elleriyle silermiş gibi hissettiriyordu ona Yusuf. Anca o anlatmak istediğinde anlatacaktı, Kenan da o süreye kadar bekleyecekti.

Ellerini belinden yukarı sürüp diğerinin kalp atışlarını hissetti, hızı ritmik şekilde yavaşlayana kadar çekilmedi geriye. Kendi kalbi de düzelsin istiyordu fakat çırpınışlarına devam ediyordu, her zamanki gibi bitmeyen heyecanıyla tutunuyordu ona. Bulunduğu sıcaklık onu mayıştırmaya başlamışken kıpırdandı kollarının arasındaki beden:

"Benim bir yere gitmem lazım." Doğrulup oturdu, divandan aşağı sarkıttığı bacaklarından önce çamaşırını ardından pantolonunu geçirdi. Kenan uzun bir uykudan yeni uyanmış gibi izliyordu onu.

"Nereye?"

Kemeriyle uğraşırken "Bir yere işte," diye geveledi ağzında. Gidip kapı girişindeki tişörtünü yerden aldı ve üzerine geçirdi. Böylelikle mavilerin seyrettiği sevişme izlerini de gizlemiş oldu. Ceketini eline alıp yüzünü gösterme zahmetinde bulunduğunda devam etti: "Sen ne yapacaksın? Misafirhaneye mi yoksa işe mi gideceksin?"

"Seninle gelirim diye düşünmüştüm."

"Ben tek gideceğim." Yerdeki kıyafetleri toplayıp sahibine uzattı. "Hadi kalk giyin, etrafı toplayıp çıkalım."

"Aynı yere gidiyoruz yani?" İstifini bozmadan yattığı yerde Yusuf'un gözlerinin yüzünden başka bir yere odaklan(a)mamasını izliyordu. Dudaklarını yalayıp tüm dikkati oraya topladığında artık okuyabildiği gözlerin nasıl da sarsıldığına şahit olmak; az önce aldığı zevkle yarışırdı. Gülümsedi bu yüzden, Yusuf da anlamıştı nedenini.

FÂRİĞ OLMAM EYLESEN YÜZ BİN CEFÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin