Yağmur damlalarının ve rüzgarın; gecenin sessizliğiyle olan uyumuna dahil olup da abartılı bir şekilde kulak çınlatan sesle gözlerini açtı Yusuf. Karanlıkta ışığıyla olduğu yeri belli eden telefona elini uzatıp ekrana baktı ve arayanın ustası olduğunu gördüğünde aceleyle cevapladı.
"Alo?"
Karşılık olarak aldığı cızırtılar yüzünden doğrulduğu yatakta bir o yana bir bu yana kıpırdanıyor, ustasının ne demek istediğini kavramaya çalışıyordu."Anlamıyorum, sesin gidip geliyor." Aynı yerde durmanın bir faydasını göremeyince ayaklanıp kapıya doğru ilerledi. O sırada çıkardığı seslerle birini daha uyandırdığından habersizdi.
Neler dediğini daha iyi anlayacağını düşünüyordu fakat Şevket ustanın ağzı hiç yardımcı olmuyordu. Sadece "Eldu." Kelimesini seçebilmişti, cızırtılara inat konuşan adamdan.
"Usta, sesim geliyor mu sana? Bir şey mi oldu, anlamadım." Yeniden cızırtılara gömülen ses yüzünden aramayı sonlandırdı. Telefonunu biraz havaya kaldırıp bir diş daha çeksin diye uğraşırken tekrar çaldı telefon. Bu sefer arayan Recep Ali'ydi. Gördüğü isim gönlünden bir sızının geçmesine sebep olurken "Hayrolsun." Dedi seslice ve cevapladı aramayı. Deminkine nazaran daha iyi bir ses ulaşmıştı kulaklarına.
"Yusuf, duyuyor musun beni?"
"Evet, ne oldu, birine bir şey mi oldu?" Endişesi ellerini titretecek bir hâl almıştı.
"Şükrü abi vefat etmiş..." Derin bir nefes verdi fakat bu yine de rahatlamasını sağlayamadı. "Biz oraya geçiyoruz... dayıyla. Seni de... için aradı..." Kesilen kelimelere kendince anlam verip cevapladı:
"Tamam ben de geliyorum." Sesler yeniden cızırtıya karışırken bu sefer arama kendi kendine sonlanmıştı. Şöyle bir etrafına bakındı, ailesinden birine bir şey olmadığı için sevinmişti. Bencil bir sevinçti bu fakat her insanda olabilecek doğal bir histi, bu bencillik dışa yansıtılmadığı sürece sıkıntı da çıkarmazdı, öyle değil mi? Bu küçük masum sevince engel olamadığı için kendine kızamazdı ya.
Sessiz olmaya dikkat ederek dolaba gitti ve eline aldığı kıyafetlerle üzerini değiştirdi. Odanın sıcaklığını terk edip de kendini dışarının soğuğuna bıraktığında içini bir titreme daha almıştı. Lavaboya gidip ihtiyaçlarını giderdikten sonra portmantodaki ceketini alıp giyindiği sırada odanın kapısı açıldı. Kafasını o tarafa çevirince, karanlıktan aydınlığa çıkan buruşmuş suratıyla eşikte bekleyen Kenan'ı gördü. Sabah işe gidecek gencin uykusunu böldüğü için hissettiği için sakallarını düzeltirken konuştu.
"Uyandırdım mı, kusura bakma."
Kenan geldi geleli kendisiyle konuşmayan gençten böyle bir hamle beklemediği için afallasa da "Nereye gidiyorsun?" Diye sormayı başarabilmişti çatallı sesiyle. Yusuf eğilip çizmelerini ayağına geçirirken kısa bir bakış attı ona:
"Biri vefat etmiş köyden, onun evine gidiyorum." Cevap vereceğini ummadığı için ufak bir heyecan kapladı içini. Boğazını temizledi.
"Allah rahmet eylesin, yakının mıydı?"
"Aynı köydeniz, var bir akrabalık da, uzaktan." Yusuf kapıyı açıp, sağanak yağışa bir de gözleriyle şahitlik ettiğinde Kenan bulunduğu eşikten ayrılıp hole indi.
"Bu havada nasıl gideceksin?" Askıdaki ceketine uzanırken sorduğu sorunun cevabını beklemeden ayakkabılarını giymeye başladı. "Ben bırakayım seni."
"Zahmet olmasın?" Kenan'la muhatap olmak akıl işi olmadığı gibi böyle bir havada yürüyerek gitmek de hiçbir mantık kalıbına sığmıyordu.