Uçağın kapısından çıkar çıkmaz yüzüne çarpan rüzgarla derin bir nefes alıp tanıdık kokuyu içine çekti. Bu bilimsel olarak kanıtlanmış mıydı bilmiyordu ama her şehrin kendine has bir kokusu olduğunu düşünüyordu. Bir çok şehri gezme fırsatı bulduğu hayatında buna tanıklık etmişti.
Yavaşça merdivenlerden indi. İnsan kalabalığının arasına girip bavulunu almak için konveyör bandına ilerledi ve bekledi. Gözü bantta takılı kalmışken kendini biraz düşünmeye zorladı. Şu an içinde bulunduğu durumu ve yaşayacaklarını kestiremiyordu. Eskiden daha planlı hareket ederdi. Daha duygusal ve daha düşünceliydi. Şimdiyse bunlardan eser yoktu. Sadece nefes aldığı için yaşıyordu. Artık Yusuf diye biri kalmamıştı.
Kendi benliğini kaybettiğinden beri yaşamaya olan şevki kırılmış, özensiz ve durgun biri olmuştu.
Kendine doğru gelen bavuluna el atıp aşağı çekti ve çıkışa yöneldi. Rize'de havaalanı olmadığı için Trabzon'a gelmişti. Buradan da otobüse binip şehre varacaktı.
Aceleci değildi hatta ne kadar geç giderse o kadar iyiydi. Saatler uzadıkça uzasın, varacağı yere hiç ulaşamasın istiyordu. Bir araba çarpabilirdi ya da bindiği otobüs kaza yapabilirdi. Tabii kendi dışında kimse zarar görmemeliydi herkes sağ salim çıkmalı kendisinin ölüsünü bulmalıydılar.
Misafir olarak durmayı kabullendiği bu dünyanın bir an önce bitmesini istiyordu. Nereye varacaksa varmalıydı artık. Burası çalışma yeriydi ve artık yorulmuştu.
Otobüsü bulup bindi, muavin gelip biletini kesti. İyice yerleşip cama dayandı. Yolculuklarda uyumayı severdi bu kısa zamanda da bunu yapacaktı. Motorun çalışmasıyla gözlerini kapadı.
///////////////////////////////////////////////////////////////
Gözlerini açtığında durağa yaklaşmışlardı. Yolculuk boyunca zihni açıktı, stres yüzünden kestirememişti bile. Doğrulup şoförün aracı park etmesini bekledi. Şimdi inip bir de köye gitmek için servise binmesi gerekiyordu. Otobüs durdu ve ayaklanıp dışarı çıktı, görevliden bavulu alıp köy servislerinin bulunduğu yere ilerledi.
Hem zihnen hem de bedenen güçsüzdü. Midesi bomboş olmasına rağmen sürekli kabarıyordu, kusacak gibi oluyordu. Buraya yıllar sonra ilk ayak basışıydı. Sahi ne kadar zaman geçmişti?
"Yusuf!" Birinin onu çağırdığını duyunca sesin geldiği yönü bulmaya çalıştı. "Yusuf!" İkinci çağrı daha yakından gelince ona doğru gelen adamı fark etti. Sesin sahibi onu bulmanın rahatlamasıyla gülümseyerek yanına geldi.
"Tanıdın mı beni?" Dedi soluklanırken.
"Sanırım," dedi tedirgince. Bir yerlerden hatırlıyordu ama tam çıkaramamıştı.
"Beni Fadime nenen gönderdi, akrabanız oluyorum köyden. Adım Ahmet. "
"Teşekkür ederim, keşke zahmet etmeseydiniz."
"Yok, yok ne zahmeti. Araba şurada gel gidelim." Ahmet'in gösterdiği yolda ilerlemeye başladılar. Bir yandan yürüyor bir yandan da nereden akraba olduklarını anlatıyordu. Yusuf'un aklında tutamayacağı detaylar veriyor ve anlamasını kolaylaştırmak için çabalıyordu ama nafile. Baş sallamakla yetinen oğlan anlamıyordu.
"Küçükken hep seni sırtımda gezdirirdim. Bu hâlini görünce yaşlandığımı anladım iyi mi?"
Yusuf kibarca gülümseyerek "Estağfurullah" dedi.Arabaya geldiklerinde eşyalarını yerleştirip ön koltuğa oturdu.
"Onca yolu benim için geldiniz tekrar teşekkürler."