"Ben seni kaybetmek istemiyorum." Dakikalar süren bakışmalarının ardından Yusuf'a söyledikleri bunlardı. Gözleriyle yaptıkları konuşma bitmiş gibi sola çevirdi başını, açık kalan pencereden dışarıyı izledi. Zifiri karanlık. İçine dönse orası da öyleydi hayal kırıklığıyla parçalanmış yüreğinin üzerine örtülmüş bir gece vardı artık. Rüzgar değince ürperen kolunu sıvazladı eliyle. "Karar istiyorsun benden, biliyorum beklentim olmasın istiyorsun ama korkuyorum ben. Seni kaybetmekten korkuyorum. Seçeceğim yolun bizi ayırmasından korkuyorum. Verdiğim karar bizi nasıl etkiler bilemiyorum. Bunları düşünüp dillendirmek bile canımı yakıyor bir de yaşarsam nasıl olacak kim bilir?" Dürüstçe söyledi her şeyi seyrettiği karanlığın verdiği güven duygusuyla. Belki de bu kadar dürüst olmak hataydı. Yalan söyleyip geçiştirse, bir şeylerin üstünü örtse bu hâle gelmeyeceklerdi kolay kolay. Yusuf konuşur mu acaba diye beklediği sürenin ardından dizlerine tutunarak kalktı ayağa. Beklediği genç, halıyla bakışıyordu. "Neyse ben çok yoruldum bugün. Uyumaya gidiyorum." Dermansız adımlarıyla kapı önüne geldi.
"İyi geceler." Arkasından dilenen bu dileğe çaresizce gülüp çıktı odadan. İkisi de ayrı odalarda yarı uyur uğurladırlar o geceyi.
Gün aydınlandı. Yerini geceye bıraktı. Hiçbir şey konuşulmadı.
Gün ışıdı sonra yeniden karardı. Hiçbir şey değişmedi.
Gün ağardı ve öylece kaldı.
Sabaha karşı anca daldığı derin uykusundan kulağına gelen seslerle uyandı Yusuf. Dışardaki hareketlenmeden Kenan'ın işe gittiğini anlamıştı. O çıkınca nefeslenip, eskimiş mobilyanın kaskatı yaptığı vücudunu yavaşça doğrulttu. Bir sağa, bir sola, yukarı ve aşağı doğru sakince gerdi bedenini. Dünkü kıyafetleriyle yattığı için üzerinden yayılan çirkin bir koku vardı. Yeni güne ılık, ferahlatıcı bir duş ve temiz giysilerle hazırlanıp kahvaltı için mutfağa geçtiğinde her şeyi-yine- bıraktığı gibi buldu. Son günlerde misafirhanede yemek yemeyen Kenan, yine aç gitmişti işe.
"İnsan kendini niye bu kadar harap eder?" diye mırıldandı. Kaçan tadı yüzünden bir şeyler yiyemeyeceğini anlayınca günü yalnız geçirmemek adına kuzenini aradı. Nerede olduğunu öğrenince buluşup hayvan otlatmaya gittiler. Bazen ona olanları anlatmak istiyordu, içini dökmek için ya da sadece haberi olsun diye. Mesela yan yana yürüyüp Recep Ali'nin yurtdışı anılarını dinlerken, çoban köpeğiyle koştururken, hayvanların yayılmasını bekledikleri o boş anlarda konuşmak istiyordu. Ağzı istekle açılıyor sonra anlatmanın kendine bir faydası olmadığını düşündüğü için geri kapanıyordu. İçine düşen isteği geçiştirirken Kenan'ın başkasına anlatıp anlatmadığını düşünüyordu. Günlerdir ağzını bıçak açmıyordu onun başkasıyla konuşmadığını düşünüyordu, akşama kadar nefes almadan çalıştığına da emindi. Sanki yer değiştirmişler gibi Yusuf da aylaklık yapıyordu.
İkindi vaktinin ortalarında sürüyle beraber köye indiklerinde Yusuf, misafirhaneye döneceğini söyleyip ayrılmıştı esmer gencin yanından. Ayşe'nin döndüğünü öğrendiğinden beri temkinli olmaya çalışıyordu. Vedalaşıp ayrıldıktan sonra elleri cebinde yürümeye başladı. Yol kenarında sigara içmek için kendine oturacak bir yer bulup soluklandı. Çektiği dumanı havaya sakince bıraktı. Kendi de böyle sakindi uzun zamandır. Bebekliğinde de öyleymiş Yusuf...
Hatırladıklarıyla içinden geçen ismini fısıldadı:
"Yusuf..."
Yıllarını hazine aramakla heba etmiş bir adam Yusuf'la karşılaşsa çabalarının sonuç vermesinin mutluluğuyla dolup taşardı. Boşa değilmiş çabalarım işte buldum sonunda derdi. Sevinç naraları atardı dünyada eşi benzeri olmayan zümrüt gözlerini görünce. O uzun kirpikler boşa değil bir çift mücevheri saklıyorlar derdi sonra. Güneş vurdukça sarıya çalan, bakanlara altını hatırlatan, açık kahverengi saçlarının rüzgardaki süzülüşünü seyrettikçe kendini kaybederdi.