bölüm 14

3.4K 334 331
                                    

Eskimiş kapının önündeki tabureye oturmuş, hamur kesen kadınları seyrediyordu. Susayana su, terleyene temiz mendil getiriyor, oğlum şunları içeri taşı şunları getir dedikleri ne varsa ikiletmeden yerine getiriyordu. Sakatlığının 7. Günündeydi. Ağrılarının gittikçe azaldığını, kendini yatmaktan sıkılır hâlde bulduğunu ev halkına söylediğinde günlerdir o yatıyor diye bekletilen kışlık erişte hazırlığının başlamasına yol açmıştı.

Geçirdiği 6 gündekinden daha fazla kadın yoğunluyla cebelleşirken tek istediği yatağına geri dönmekti. Nenesi kadar hem acımasız hem de tonton olan başka birini tanımıyordu. Sırf ayaklandı diye ilk günden bu kadar gidilmezdi insanın üstüne. Ama yok, hak etmişti Yusuf. Ne vardı sanki o kadar ısrarı geri çevirmeyip yerinde yatsaydı. Dünyanın sonu değildi ya!

"Yusuf," ona seslenen nenesine baktı. "Şu leğeni al mutfağa götür, Ayşe un doldursun içine." Ayaklanıp uzattığı leğeni aldı. Eve girerken yengesi seslendi arkadan.

"Söyle çayı da hazır etsin, az kaldı elimizdeki iş birazdan sofraya geçeriz."

"Tamam." Duyması için yüksek sesle cevapladı onu. Mutfağa girdiğinde tavadaki yağın cızırtıları eşliğinde türkü mırıldanan kıza yaklaştı, gülümseyerek. Ayşe arkasındaki hareketliliği fark edince ona döndü. Aynı gülümseme onda da vardı. Yusuf'un elindekini görünce sabahtan beri belki 20 defa yaptığı işi yapmak için un çuvalının yanına gitti. Leğeni alıp içine un doldururken,

"Seni de amma yordular bugün." Dedi düşünceli bir ses tonuyla.

"Yordular ama planları başka kalan üç günü yataktan çıkmayarak geçirmem için bilerek yapıyorlar, anladım ben."
Güldü Ayşe.

"Seni inşaata yollamadıklarına şükret o zaman."

"Orayı buraya tercih ederim, en azından kafamı dinlemiş olurdum."
Ayşe un dolu leğeni Yusuf'un kucağına bıraktı ve tek eliyle dengeli tutabilmesi için yardımcı oldu.
"Ha bu arada, yengem çayı hazırlasın dedi bitecekmiş işleri."

"Tamam, hallediyorum hemen." Deyip hızlıca tezgaha geçti. Doyurması gereken 15'e yakın mide vardı, yetişmek için çabalıyordu.

Yusuf onu arkada bırakıp bahçeye çıkarken yattığı odadan gelen telefon sesini duydu. Leğeni nenesine bırakıp tekrar içeri girdi ve odaya yöneldi. Yatağın kenarında bıraktığı telefonu eline aldığında son arayanın abisi Mustafa olduğunu gördü.

İstanbul'dakilerle görüşmüştü. Hatta babası ve Yunus abisiyle her gün konuşuyordu ama Mustafa, diğerleri onunla konuşurken yanlarında olsa bile görüşmeye dahil olmamıştı. Şimdi arıyor olması başka bir sebepten olmasa gerek diye düşündü ve geri aradı.

Telefon bir kaç uzun çalıştan sonra açılınca:

"Selamun aleykum." Dedi gayet soğuk bir ses. Yusuf elinde olmadan ürperdi.

"Aleykum selam." Ürpermesi bir yana sesinin titriyor olmasından nefret etti o an. Derin bir nefes aldı hattın diğer ucundaki genç.

"Damdan düştüğünü ilk duyduğumda ardından gelecek ölüm haberini bekledim." Yusuf bir şey demedi.
"Hatta gece bile uyumadım belki doktorların kaçırdığı bir şey vardır da iç kanama geçiriyordur diye düşünmekten. O kadar yüksekten düşüp de hiçbir şey olmadan kurtulmuş olman kaderin bir cilvesi." Yusuf yine bir şey demedi gözünü kırpmadan karşıdaki duvara baktı sadece. Çatlaklardan birine takılmıştı.

"Burada sen yokken hayat çok güzel, varlığını bile unutmuşken evdeki herkes seninle konuşur oldu. İster istemez bana da aramak düştü. İçimdekileri daha fazla kendime saklayamazdım değil mi?"

FÂRİĞ OLMAM EYLESEN YÜZ BİN CEFÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin