bölüm 38

2.3K 161 243
                                    

Kafasını düzenli olarak titreten camdan ayrılıp mayıştığı yerden etrafına bakındı, tipik kırmızı bir köy minibüsünün içinde ilçeye gidiyordu. Sabah her tarafı tutulmuş bir şekilde uyanmanın karşılığını güzel bir kahvaltıyla almıştı, yengesi Recep Ali'nin gösterdiği zulmü biraz olsun hafifletip karnı tok sırtı pek huzurla uğurlamıştı onu evden.

Misafirhaneye yeterince erken döndüğü hâlde Kenan'la karşılaşamamıştı, normalde olduğundan daha erken işe giden genç; evi akşamki hâliyle bırakıp çıkmıştı. Yusuf önce etrafı toplamış, ardından kirli çamaşırları halletmişti. Kontrol amaçlı mutfağa geçince oranın da dünden farklı olmadığı görmüştü. Dün çıkarken nasıl bıraktıysa öyle bulmuştu bu demek oluyordu ki Kenan hiçbir şey yemeden sabahlamıştı. Oraya da çeki düzen verdikten sonra banyo yapmış dünün yorgunluğunu üzerinden atabilmişti. 

Şimdi de -yine- kuzen kazığı sebebiyle ilçedeki eczaneye gidiyordu. Evdeki yaşlı takımının ilaçlarıyla ilgilenme görevi ona düşmüştü diğer her türlü ayak işleri gibi. Daha fazla nöron kaybetmemek için kafasını titreten camdan çekti. Bugün hemen dönemeyecekti köye. İlçede, belki biraz sahilde oyalanıp sefer saatinin gelmesini bekleyecekti. 

'Yüzüne can gelmiş!' demişti yengesi. Bu yetmişti olayın vahametini kavramasına, geçen günler onu buraya nasıl getirişinin hesabını yapmadan kafa dağıtması gerekiyordu. Bu sebeple ilçe içi rota belirlemişti kendine. 

Meydanda iner inmez ilk yaptığı tanıdık eczaneye gidip ilaçları ayırttırmak oldu. Ödemeyi yaparken, 'akşam alsam bir sıkıntı olmaz değil mi?' Diye sorarak teyit ettirdi.

Eczacı sorun olmadığını belirtince vedalaşıp oradan ayrıldı. Uzun zamandır hoşlanmadığı bir yalnızlıkta olduğu için yürürken ister istemez etrafın kalabalığını inceliyordu. Gezmek için gelen turistler, öğrenciler, amcalar, teyzeler, bebekler... kısacası herkes birinin yanında bir şeylerle meşguldü. Herkes biriyle konuşuyordu. Birine gülüyordu. Bunları yapabilmek için birine ihtiyaç duyuyorlardı. Tek başlarına yapsalar deli sayılıp tımarhaneyi boyluyorlardı.

Yusuf için de birisi vardı artık, onu dinmeyen can sıkıntısından kurtaracak biri. Aklına gelen isimle telefonunu çıkarıp son arananlardan adını bulduğu birini aradı. Bir eli kulağında çalışı dinlerken diğer eli cebindeki bozukluklarla uğraşıyordu. Kapanmaya yakın açılan telefondan önce ağır iş makinalarının uğultusu duyuldu, ardından birinin:

"Alo?" Karşı taraf sesi duyulsun diye bağırarak konuşmayı başlatınca, meşgul bir anda aradığı için anlık  mahcubiyetiyle karşılık verdi Yusuf:

"Alo," sesindeki pürüzü öksürerek yok etti: "Kenan neredesin?"

Hattan heceler duyuyor fakat kesintilerden ve uğultulardan anlamlı bütünlemeler oluşmuyordu. "Anlayamıyorum seni." diye haber verdi.

Arama sonlandırılınca ekranı açıp meşgulse daha sonra konuşabileceklerine dair hızlıca bir mesaj yazdıysa da gönderemeden Kenan'dan çağrı geldi. Cevapladığında deminki sesler biraz daha uzaktan geliyordu.

"Şimdi nasıl, duyabiliyor musun beni?" Nefes nefese konuştu Kenan, demin bulunduğu yerden oldukça uzaklaşmak ve net çeken bir yere geçmek için koşturmuştu.

"Evet çok net." Kenan'ın soluk alıp verişi devam ederken konuştu: "Bugün ilçede değilsin sanırım."

"Evet evet, köyün kanal inşaatıyla meşgulüz bugün. Gerçi benim yine bir işim olmazdı da dün onları satıp günün kalan yarısını seninle geçirince ceza olarak sürüldüm buraya."

FÂRİĞ OLMAM EYLESEN YÜZ BİN CEFÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin