Yağmurlu bir sabaha günaydın diyen doğanın hemen ardından uyanan Yusuf hiç hareket etmeden gözleriyle etrafı süzdü. Arkasındaki bedenin varlığını boynuna vuran nefesinden mi beline bırakılmış koldan mı benimsemişti yoksa her ayıldığında beynine üşüşen anılarından mı orasını tam bilmiyordu. Bu kadar yakınlığa izin vermiş olmak -hele ki onca şeyden sonra- kendi benliğinden oldukça uzaklaşabilmişken bunların yaşanmasına göz yummak aklını kaçırdığının bir göstergesiydi onu biliyordu.
Bilmek ve bilmemek arasında çok düşünürdü Yusuf. Neyi bilirim neyi bilmem. Son senelerde neleri bilmedim. Neleri bilmemek için çabaladım. Nasıl da çabaladım kendimi her şeyden uzaklaştırmak için? Nasıl da uzaklaştım her şeyden ve nasıl da yakınlaştım bir erkeğe? Sıcak kollarında uyanacak kadar. Bunca yıllık çilem bunun için miydi? Şimdi bitti mi her şey?
Gözlerini usulca cama çevirdi baktı, dışarıda yağmur damlaları var, ateşe benzemiyor. Kuşlar o minik ağızlarında taşlar taşımıyor. Yusuf'un canı hâlâ alınmadı.
Kalbi olduğu yerde, vücudu işliyor. Toprak altında kalmamış. Parmaklarını hareket ettirebiliyor, belli ki kaskatı kesilen de o değil.
Yavaşça belindeki kolu tutup kendinden uzaklaştırdı ve doğruldu. Kafasını çevirerek baktı uyumaya devam eden gence. Kırk yıl düşünse aklına gelmezdi tüm dünyayı bir salyangoz gibi sessizce yaşamaya başladığı sırada dağın başında böyle biriyle karşılaşacağını.
Fark etmeden defalarca onu izlerken bulduğu gözlerini yine yakalamıştı işte. Odağı kendi düşüncelerinden gördüklerine geçince iyiden iyiye inceledi uyuyan gencin yüzünü. Her sabah özenle yukarı doğru şekillendirdiği açık kahverengi saçları dağılmış beyaz alnını kapatmış kirpiklerine kadar uzanıyordu. Yusuf'un parmakları onları düzeltme dürtüsüyle kıpırdansa da buna izin vermedi. Bundan sonra gerçekleşecek herhangi bir temasın bile onları nerelere sürükleyeceğini hesap edemiyordu. Bundan önce yaşananları hesap edemediği gibi.
İçinde bir yerlerde ona karşı oluşan isteğe çoktan gardını almışken tüm çabalarının boşa çıkacağını kestiremezdi. Asla aşk diyemezdi ona karşı hissettiği şeye. Hoşlanmak; memleketine uğramayan bir göçmen kuşuydu Yusuf için.
Hâl böyleyken sırf o bir takım duygularını bastıramadı diye hele hele uçkuruna sahip olamadı diye kendisinden beklentisi safiyane bir aşk olan bu genci kullanamazdı.
Yusuf isterdi alırdı ve biterdi, bundan öncesinde hep böyle olmuştu. Zamanında hiç kimse için açmadığı kapıları bir heves uğruna açıp avucunda zar zor tuttuğu kuşun kaçmasına izin veremezdi. Bir daha ne kuş dönerdi yuvasına ne de kapı kapanırdı eşiğe oturur çaresizce beklerdi.
Kafasını ellerinin arasına alarak alnına iki yandan bastırdı: "Dirayetli ol." Dedi ve derin bir nefes alıp kalktı yataktan.
Bugün yapacak hiçbir işi olmasa da kendini burada tutup Kenan'la muhatap edemezdi. Bakışları, sözleri, gülüşü, ağlayışı hepsi allak bullak ediyordu beynini. Kendini orta hâlli bir sapıktan öte birine benzetemiyordu çok fazla beraber kaldıklarında. Zaten tüm bunlara birbirlerini sürekli görüyor olmaları sebep olmuştu, Kenan kendine eğlence arar gibi gelip sarmıştı Yusuf'a. En iyisinin ayrı kalmak olduğunu bildiğinden abisini aramış gitmek istemişti şimdi onu düşürdükleri durumu bilseler bu yaptıklarına nasıl da pişman olurlardı.
Sessiz olmaya dikkat ederek eline aldığı kıyafetler ve cebine attığı telefonla hole çıktı. Banyoya bile uğramadan hızlıca giyinip misafirhaneyi terk etti.
Diğerinin ne zaman uyanacağını bilemediği için -ki saçma sapan saatlere kurduğu alarmlar yüzünden anlamsız saatlerde uyandığı da oluyordu kendisinin- kaçıyordu yine.