bölüm 24

5.1K 319 1K
                                    

Muhtarın verdiği fikirle yapılmaya karar verilen şenlik günü sonunda gelmiş, işlerini bitiren köy halkı ikişer üçer meydana doluşmaya başlamıştı. Böyle etkinliklerde her gence bir görev düşerdi. Çay ocağında bekleyenler, servis yapmak için koşuşturanlar alanın düzenini sağlayanlar, yeterli ışıklandırmayı yapmak için gündüzden çalışmaya başlayanlar olarak sınıflandırılan bu gençler arasında Yusuf'a sandalye dizme işi düşmüştü. Tüm gününü beden gücüyle çalışarak geçiren yorgun genç verdiği uğraşa ara verip alnında biriken teri sildi. Üzerine yapışan tişörtü silkeleyip kendini ferahlatmaya çalışırken karşıdan gelen gençleri görüp gülümsedi.

Vedat, Kenan, Mithat, Faruk ve yanlarında iki kadınla birlikte bulunduğu tarafa iyice yaklaştığında el salladı.

"Hoş geldiniz."

"Hoş bulduk Yusuf'um." Mithat, ona sıkı sıkıya sarılıp sırtını sıvazladığında Kenan'la buluşan gözlerini başka yöne çevirdi. "Oğlum özlemişim lan, hiç arayıp sormuyorsun."

"Sen çok vefalıymışsın gibi konuşma şimdi." Mithat ayrıldığı bedenin omzuna elini atıp diğerleriyle de selamlaşmasına izin verdi. Gelen kadınlardan birinin Faruk'un eşi, diğerininse Mithat'ın kız arkadaşı olduğunu öğrenen Yusuf; tanışmaktan memnun olduğunu belirtip onlara geçmesi için yer gösterdi.

"Yardım edilecek bir şey var mı Yusuf?" Vedat, yanından ayrılmadan önce ilgiyle sormuştu.

"Yok, burada bir sürü insanız zaten hallediyoruz biz." Kıvırcık genç başını sallayıp arkadaşlarının yanına gitti.
Yusuf onların aksi yöne ilerlerken, kafasını çevirip kendisiyle hiç konuşmayan Kenan'a baktı. Bu iletişimsizlik onu rahatlatsa da, aralarındaki soğukluk canını sıkıyordu. Yusuf yemek masasına geçince mutfağı terk etmeler, her karşılaşılan yerde asık suratla durmalar ve yine Yusuf uyuyunca odaya gelmeler... yaşanılan ne olursa olsun bunlar insanın hayat enerjisini sömüren şeylerdi. Yapılmaması gerekiyordu yeşil gözlü oğlana göre.

Gittikçe kalabalıklaşan alanda elindeki son sandalyeyi de boş bulduğu yere yerleştirip oturdu. İnceden çalmaya başlayan tulumun sesini dinlerken gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Hem içlendiren hem de coşturan bu müzik aleti; memleketinde sevdiği sayılı şeylerdendi. Bu sesi herkes gibi huzur sayabilirdi mesela.

"Üşüteceksin böyle, hava serinlemeye başladı." Üstüne bırakılan ceketle gözlerini açıp yanında duran Recep Ali'ye baktı.

"O kadar yoruldum ki şu an en düşünemediğim şey sağlığım." Kafasını eğip onun karnına dayadı. Recep Ali elini kuzeninin saçlarına atıp birbirine girmiş telleri düzeltti.

"Yelelerin de iyice uzamış, gel bir ara kessin dedem."

"Mahveder o benim saçlarımı." Çocuksu bir yakınma takındığında güldürdü esmer genci.

"Hey gidi başımıza tas koyulup da kesilen saçlarımız! Hey gidi bir zamanların koca dağı Berber Recep, bakın da görün nasıl dillere düştünüz(!)"

"Biraz daha abart lütfen, buna ihtiyacım var."

"Selam verdin mi arkadaşlarına?"

"İlk geldiklerinde gördüm, konuştuk."

"Bizim kayınpeder yanlarında şimdi oğluyla. Bana da gel dediler de, gerek yok ben merhabalaştım zaten." Karnına gömülü duran kafayı tutup kaldırdı.
"İsmail abi horoncu başı olacakmış, seni de yanında tutacakmış, imkanı yok kaçamaz benden diyor."

"Takatim kalmadıııı, sabrım tükendiiii."

"Tabii senin içinde yatan Rizeli Azer Bülbül'den habersiz." Gülüşerek devam ettirdikleri küçük çaplı sataşmayla dışardan nasıl göründüklerini ikisi de umursamıyordu. Biri yakında 30 olacak olsun, diğeri o yaşa merdiven dayamış olsun ne fark ederdi?

FÂRİĞ OLMAM EYLESEN YÜZ BİN CEFÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin