Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura yetişemeyen sileceklerle ilerlemeye çalışıyorlardı. Sel sebebiyle mahvolan yolların, hâlâ bitmemiş çalışmaları tekrar bozulmuşken çukurlara bata çıka bir an önce misafirhaneye varmak istiyorlardı.
"Biz dua edelim de yapılan yeni yerler kaldırsın bu yağmuru." Vedat direksiyon ve vitesle cebelleşen arkadaşına söyledi içinde tuttuğu endişesini.
"Yeni ağlar bugünü temiz çıkarır ama derenin taşmaması imkansız. O korkutuyor beni." Sis çökmeden yolu bitirmeye çalıştıkları için hızını bir kez daha arttırdı Kenan. Bu daha çok sarsılmalarına sebep olurken Vedat bulunduğu koltuğa iyice yapışıp kenarlardan tutundu. Kenan arkadaşının bu hâline gülmeden edemedi.
"Korkma lan, az kaldı. Sağ salim kavuşturacağım seni yatağına."
"Böyle daha çok mezarıma kavuşturacakmışsın gibi geliyor ama neyse." İkisi de gülüyordu ama Vedat hâlâ gergindi. Rahatlama amacıyla konuşmaya devam etti. "Ömrü hayatımızda ralli de yapmadık demeyiz."
"Ralli neymiş be! Bak ben seni uçuruyorum, uçuruyorum." Vitesi bir kez daha değiştirdiğinde Vedat gözlerini kapadı. Kenan'ın kahkahaları kulaklarını doldurduğunda, onun şöyle kıyamet gibi bir ortamda nasıl bu kadar rahat olabildiğine şaşırıyordu.
Yağmur damlaları görüş açılarını iyice kapatmış, silecekler her çalıştığında bir kova suyu camdan sıyırıyordu. Her girdikleri çukurda, çamurlar arabanın üstüne çıkacak kadar sıçrıyordu. Elleriyle o kadar sıkı tutunuyordu ki bulunduğu yere eklem yerleri beyazlamıştı. Esin'i arayıp vedalaşsam mı diye düşünmeye başladığında araba aniden durdu. Gözlerini kırpa kırpa açıp etrafına baktı. Kenan otuz iki diş sırıtarak onu izliyordu.
"Biz ne yaşıyoruz baba?" Şaşkınlığı ve endişesi hâlâ yerli yerindeydi. Tutunduğu yerleri bırakıp titreyen ve sancıyan ellerine baktı. "Kollarımda derman kalmamış amına koyayım."
Kenan çoktan başlattığı kahkahasını durdurup, şakayla kaşlarını çattı.
"Aa Vedat, çok ayıp." 5 yaşındaki çocuğunu azarlayan anne rolüne bürünmüştü. "Esin o küfrü yasaklamadı mı sana?" Dudaklarını büzmüş işaret parmağını sallıyordu arkadaşına. "Ağzına biber mi sürsün istersin?"
"Kenan başka nasıl anlatılır bu durum, çık şu taşak modundan. Ölümden döndük ulan ölümden." Arkaya uzanıp yağmurluklarını aldı. Birini Kenan'a uzattı diğerini de kendi üstüne geçirdi. İkisi de aynı anda arabadan çıkıp koşarak kapı önüne geldiler. "Yusuf'uma söyleyeyim de bana şükür namazı nasıl kılınır öğretsin. Dua falan edeyim bu gece yatmadan önce."
Anahtarla kapıyı açtığında ilk Kenan girdi içeri, peşinden girerken hâlâ gülen arkadaşının bir anda susmasıyla duraksadı. Kenan'ın yere baktığını anlayınca o da eğdi başını. Yerde biri tanıdık olmak üzere üç çift ayakkabı bulunuyordu, ikisi kadın ayakkabısı diğeri Yusuf'un.Mutfaktan gelen kahkaha sesleriyle birbirlerine baktılar. Kadın gülüşmeleriyle karışık, Yusuf'un konuşması kulaklarına eriştiğinde durumu çözmeyi sonraya erteleyip önce ayakkabısını çıkardı. Kenan da onunla birlikte hareketlenince konuşmaya başladılar.
"Kuzenleri mi geldi acaba?"
"Bilmiyorum." Kenan, umursamazca yağmurluğunu da çıkarıp askıya astı ve yattıkları odaya girdi. Kıvırcık her ne kadar mutfağa gidip içerde kimlerin ne yaptığı merakında olsa da, arkadaşı gibi odaya girdi ve üstünü değiştirdi.
Kenan'da oluşan ani duygu değişimlerine alışıktı ama ciddiyetinden hoşlanmıyordu. Ona ne oldu diye sormaktansa kendi hâline bırakmayı uygun gördüğü için ses etmeden mutfağa gitti. Kapıyı tıklatıp usulca açtıktan sonra; Ayşe'yi, onun yanında oturan-yaylada gördüğü ama hiç konuşmadığı- bir genç kızı ve Yusuf'u gülümser hâlde kendine bakarken bulmuştu. O da samimi olduğunu düşündüğü bir gülümsemeyle içeri girip selam verdi.