bölüm 22

3.6K 301 342
                                    

Köyün boğuk havası, sonu gelmeyen ve birbirine dolanan işler; bıkkınlık, tahmin edip/edemediği yerlerden gelen sıkıntılar... hepsi bir araya gelip göğsüne doluşmuştu. Kim ne derse onu yaparak tasasız yaşamın sırrını bulduğunu zannediyordu fakat yanılmıştı ve bu fena hâlde tökezlemesine sebep olmuştu.

Buraya geldi geleli başına üşüşen dertlerin hepsini geride bırakıp kaçmak istiyordu ama nereye? Var mıydı cesareti? Bir kere düştüğü hatayı yeniden yapmak ona ne kazandırırdı? Elindeki işi bırakıp gökyüzüne baktı, dağlara baktı; çoğu kişinin huzur saydığı yeşilliğin içinde hissettiği buhranda neyin nesiydi?

Alnındaki teri silip yarım kalan işe geri döndü, son sıva tuğla işiydi bu yaptığı. Bundan sonra badana işi kalmıştı o da en fazla 1 haftasını alırdı ama gidemiyordu işte.
"Güya 1 ay dediler, şu hâlimize bak, bu gidişle yerleşeceğiz buraya."

Ustası çaylıkla uğraştığı için tek başına çalışıyordu artık, saatlerini buraya veriyor ardından o da çaylığa gidip toplanan çuvalları çay alım yerine götürüyordu. Nenesiydi, dedesiydi, Ayşe'siydi ne varsa uğraşıyor eve kendini zor atıyordu. Ama orada da rahat yoktu ki, sadece uyurken denk gelmeye çalıştığı Kenan vardı. O varken ne rahatlığı? Yaşadıkları yeniden aklına gelince salladı başını iki yana. Düşünmeyecekti.

Tek başına da olmuyordu ki bu düşünmeme olayı, ustası çalışırken türkü söylüyor, anılarını anlatıyor bir şekilde geçiriyordu vakitlerini. Şimdi böyle yapayalnız ne yapacaktı da dağıtacaktı kafasını? Sözlerini uydurduğu bir türkü mırıldanmaya başlayıp zihnini başka şeylerle doldurmaya çalıştıysa da bundan hemen vazgeçti, onun işi değildi ki bu yapamıyordu. Onun yerine efsane Milan kadrosunu saymaya başladı.

"Dida, Cafu, Shevchenko, Inzaghi..."

"Yusuf." Listesi bir kadının sesiyle bozulduğunda arkasını dönüp gelene baktı. "Buradaymışsın, geçerken bir uğrayayım dedim."

"Buyur yenge, hoş geldin." Muhtarın karısı Hülya elinde tuttuğu bohçayla yanına kadar geldi.

"Hoş bulduk, kolay gelsin, bitmedi mi daha işiniz?"

"Çok az kaldı, bitecek yakında."

"Hadi inşallah," Ağır olduğu taşıma şeklinden belli olan bohçayı yere bıraktı. "Ben de bizimkilere yemek götürüyordum, aşağıdaki çaylığa başladılar. Sizinkiler bitirmiş mi?"

"Ben takip edemiyorum onları, buraya anca yetişiyorum." Kadın başını sallayıp etrafını inceledi.

"Sen yedin mi bir şeyler, bırakayım mı azık?"

"Yok sağ ol, Narin gelip bıraktı sabah."

"İyi, afiyet olsun." Hülya evin kapısından içeri bakıp, üstten bir durum kontrolü yaptı. "Bak ne diyeceğim? Akşam bize mi gelseniz, yemeğe?"

Yusuf kiminle olduğunu soracakken devam etti konuşmasına.

"Şu iki mühendis çocukla, ne zamandır aklında Zekeriya Efendi'nin de, bir türlü vakit bulup ayarlayamadık. Başıma kakıp duruyor ama ben de insanım kızın nişan alışverişiydi, buranın tası toprağıydı, uğraştık durduk, vakit mi kaldı?"

"Sizin işiniz de zor, kolay gelsin ne diyeyim."

"Sağ ol, sağ ol. Hadi sen haber et çocuklara geç olmadan, başka şey ayarlamasınlar."

"Tamam, arayayım." Cam kenarına bıraktığı telefonu alıp, rehberden Vedat'ı aradı. Kadın da dibine kadar gelip telefonun cevap vermesini bekledi. Aramasına cevap verilmeyince tekrar aradı fakat değişen bir şey olmamıştı.

FÂRİĞ OLMAM EYLESEN YÜZ BİN CEFÂHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin