Şevket Usta'nın sayvanına davet edilen insanların arasından sıyrılıp ormana doğru ilerleyen iki sevgili uzun zaman sonra baş başa kalabildikleri için rahatlıkla sohbet ediyorlardı. Seneler süren aşklarının yakın zamanda vuslata ermesi için çaba sarf ettikleri hâlde gecikmesine engel olamamışlardı. Elindeki papatyanın taç yapraklarını kopara kopara ilerleyen genç kız:
"Ben biliyorum yengemin nazarı değdi bize ondan böyle oldu." Dedi birden. Arkasından kalan sevgilisi güldü bu sözlere.
"Kaç kere dedim inanma şu nazar denen şeye diye," Genç kız yalandan bir kaş çatmayla dönüp baktı yüzüne. "Biri sana baktı ya da seninle ilgili bir şeye yorum yaptı diye niçin hayatın ters düz olsun? Sen bunda bir mantık bulabiliyor musun?"
Olduğu yerden geri dönerek yaklaştı ve işaret parmağıyla göz kenarlarını gösterdi.
"Bak bu kırışıklıklar iki gün önce yoktu, şimdi var. Neden biliyor musun?" Recep Ali ellerini kaldırıp tuttu yanaklarından bir şey keşfetmeye çalışır gibi inceledi yüzünü.
"Kuruduğu için mi?"
"Hayır!" Ellerinden sıyrılıp uzaklaştı. "Kırıştı çünkü yengem iki gün önce dedi ki 'benim yüzümde kırışıklıklar oluştu bakayım sende var mı?' Yüzümün her santimini inceledi, 'yokmuş sende, ne güzel' diye iç geçirdi. İki gün geçmedi gözlerimin kenarlarında çizgiler belirmeye başladı, eğer bunu ve daha birçoklarını yaşamamış olsaydım ben de nazara inanmazdım."
"Yengenin sözleriyle tüm odağını yüzüne verdiğin için fark ettin kırışıklıkları, belki çok daha önceden vardı. Senin soyut olumsuzluklara değil somut çarelere kafa yorman lazım." Solgun ve asık görünen yüzü tekrar kavrayıp öpücük kondurdu al dudaklara. "Konuş annenle, zorlasın babanı yapalım bir an önce nişanı sonra da çok uzatmadan düğün. Daha fazla Şükran ve İsmail ikilisiyle uğraşmanı istemiyorum. Dayanamıyorum seni böyle üzgün görmeye.""Dilimde tüy bitti ama yine de değişen bir şey yok." Kollarını boynuna dolayıp omzuna yasladı başını. "Ben de usandım artık bu bekleyişten." Recep Ali kavuşmak için gün saydığı ve şu an kollarında olup da hâlâ bir çeşit engellere takıldığı sevdiğini sardı sıkıca, o şaşkınca konuşana kadar:
"Yusuf değil mi o?" Kollarını gevşetip arkaya Yasemin'in baktığı yere baktı. "Ne yapıyor o orada?"
"Bilmiyorum ki." Asma köprünün başında bekleyen bedeni seçti gözleri.
"Sağlam değil o köprü haberi yok mu? Yürümeye çalışmasın üstünde gidip bakalım." Yürümeye hazırlanan sözlüsünün kolundan tutup durdurdu.
"Ben giderim yanına, sen geri dön şimdi laf söz etmesinler."
"Niye öyle?" Buna da üzülüyordu Yasemin."Bir şeyi yoktur, sen merak etme bakınıyordur sadece." Son bir kez baktı ilerde duran gence:
"Çabuk dönün ama." dedi Yasemin ve Recep Ali'nin yanağına bir öpücük bırakıp uzaklaştı oradan.
O, gözden kaybolana kadar bekledi Recep Ali. Ardından ters istikamete yürüyüp kuzeninin yanına ulaştı. Yaklaştıkça iyice seçilen bedeni inceledi ses çıkarmadan. Üst bedeni sırılsıklam olmuş, kulaklarına varan uzun saçlarından sular damlıyordu. Arkasından yaklaşıp omuzlarını tuttu ve hızla sarstı bedenini.
"Tutmasam düşüyordun!" Yaptığı şakaya sadece kendisi gülerken Yusuf iç çekip kahkahaların son bulmasını bekledi tek başına kalan Recep Ali ciddileşerek düzeltti duruşunu:
"Bu yaptığının işe yaramayacağını biliyorsun değil mi?"
"İşe yarasın diye yapmıyorum." Ellerini, omzundan saçlarına çıkartıp karıştırdı. Golden cinsi bir köpeğin ıslak tüylerini kurutuyormuş gibi uğraştı bir süre.
"Domuz gibisin oğlum sen, bu hâlde -30 dereceye çık yine de donmaz, hastalanmazsın. Ne diye ters rüzgarda duruyorsun?" Bir yanıt beklemediği için kendince konuşmaya devam etti. "Hem bitti mi işin de burada dikiliyorsun işsiz işsiz?""İşsiz mi?" Tek kaşını kaldırdı. "Burada bir işsiz varsa o da sensin, kaç gün oldu köye geleli bir gün olup da nenemlerin eve bakmadın, işler nasıl diye sormadın."