29. Ya şimdi sen ölürsen?

1.1K 190 106
                                    

Ağaçların arasından çıkan, tamamen siyah giysili kişilerin yüzleri örtülüyken görünen tek yerleri gözleriydi. Elli kişilik vampir ordusunun etrafını sarmaları o kadar hızlı olmuştu ki vampirler şaşırdıklarını dahi gizleyememişlerdi. Bu gelenler her kimse diğer vampirlerden çok daha fazlaydı, tabiki bu bir bakımdan onlar için göz korkutucuydu.

"Neler oluyor?" İlk önce başvampirin sesi duyuldu. Etrafının kuşatılmasından pek hoşnut durmuyordu, üstelik siyahlılar onlara saldırmaya hazırken başvampirin adamları kılıçlarını yeni çekmişlerdi.

"Changbin'i bize verin."

Changbin'in ne olduğunu anlaması çok uzun sürmedi. Minho'nun örgütlediği vampirler bunlar olmalıydı. Yüzüne bir gurur gülümsemesi yayıldı. Yalnız değildi, bunu şimdi her zerresine kadar hissetmişti. Minho belki şu an yanında yoktu ama Changbin o yanındaymış gibi hissediyordu.

"Gel de al o zaman." Başvampirin bağırışı ormanda yankılandı ve bununla birlikte iki takımın birbirine girmesi saniyeler içinde gerçekleşti.

Kılıçlar bir anda büyük bir kuvvetle birbirine çarptı, orman sesi yuttu. Ağaçlardaki kuşlar bir anda bulundukları yerden havanladı. Dışarıdan birisinin burada bir şey olduğunu olması işten bile değildi.

Siyahlılar savaşırken Changbin tabiki boş durmak istemedi. Yanındaki siyahlının, çoktan kafasını uçurduğu bir vampirin kılıcını yerden aldı. Kişi başına birkaç vampir düşmesi sebebiyle başvampirin adamları için durum ciddi anlamda zordu.

Kimse böyle bir ihtimali düşünmemişti. Minho o kadar işkencenin sonunda kendisi hariç kimse hakkında tek kelime etmemiş, kimse onu kurtarmaya yeltelenmemişti. Bu başvampire Minho'nun tek olduğunu düşündürtmüştü ama öyle değildi. Demek Minho, kendi vampirlerini kendisine karşı kullanılıyordu... Onu bıraktığına pişman olmuştu, fırsatı varken onu öldürmeliydi.

"Onu almalarına izin vermeyin." dedi geriden. Yanında kendisini savunan iki vampir ve önünde diğerlerini engellemeye çalışan bir grup vardı. "Mingi, Yeonjun siz benimle gelin."

Başvampir en iyi iki adamını alıp gitmeyi, buraya takviye desteği bir an önce göndermeyi düşünüyordu ama Changbin savaşın ortasından sıyrılıp başvampirin önüne geçmeyi başardı. Yanındaki iki adam Changbin'e kılıçlarını doğrultsa da siyahlıların gelip Mingi ve Yeonjun'u köşeye çekmesi saniyeler içinde gerçekleşti. İkili kendi halinde çabalıyor, liderlerini korumak istiyordu.

"Adamlarına durmalarını söyle. Derdimiz kan akıtmak değil."

"Akacak." Güldü başvampir. "Senin gibiler olduğu sürece bu iç savaş asla dinmeyecek ve kan akacak. Bu hainlerin kim olduğunu öğrendiğimde onlar da ölecek."

Bu haline rağmen bakışlarında bir sertlik ve üstünlük kurma çabası vardı.

"Ya şimdi sen ölürsen?" dedi Changbin. Arkadaki savaş hız kesmeden devam ediyordu, çoğu vampiri öldürmüşlerdi. Diğer vampirler kendisine ulaşamadığı için Changbin son derece rahat duruyordu. Elindeki kılıçla başvampirin üzerine yürüdü ve kılıcın keskin ucunu onun kalbine dokundurdu. "Herkesi öldürmeye bu kadar meraklı olduğuna göre ölümü bir kez de sen tatmalısın."

"Onu benden uzak tut yoksa-"

"Hiçbir şey yapamazsın."

Başvampirin yüzü düştü. Yenildiğinin o da farkındaydı ama bu yenilginin sonsuza dek süreceğini düşünmüyordu. Kolay kolay tahttan indirebilecekleri birisi değildi o, tarihe adını kalıcı bir şekilde yazdıracaktı. Zihinlereyse yaptığı acımasızlıklarla çoktan kazınmıştı. Diğer vampirlerin onun arkasında durması bir bakımdan oldukça tuhaftı.

"Sen öyle san." dedi başvampir. Bir anda herkes duyduğu seslere kulak kesildi, birileri geliyordu. Siyahlıların geri çekilmesi ve kimliklerinin belli olmaması için ötekilerin arasına karışması gerekiyordu.

Başvampirin planın bir parçasıydı bu da. Belli bir süre gelmezlerse vampir ordusu buluşma yerine gelecekti.

"Sen git artık." dedi siyahlılardan biri. Changbin'in kaçmasını istediği çok belliydi. "Biz idare ederiz."

Gittikçe yaklaşan sesler yüzünden Changbin gerilse de bu duruma itiraz etmedi. Ama fırsat eline geçmişken de bunu geri itemezdi. Elindeki kılıcı başvampirin göğsüne doğru itti. Kan başvampirin göğsünden dışarı fışkırdı ve Changbin'in yüzüne sıçradı.

Uzun zaman sonra belki de ilk kez bu kadar iyi hissediyordu.

"Hyung, onlar geliyorlar."

"O öldü." dedi Changbin. Gözleriyle yerde yatan bedeni işaret etti. Başvampir öldüyse her şey bitmiş olmaz mıydı? Başa geçmek Changbin'in umurunda bile değildi ama bu durumda başta olan kendisi oluyordu. Fakat kendisiyle konuşan siyahlı onu reddetti.

"Git artık, dün tahttan çekilip kendi yerine birisini atadı o. Yaptıkları şeylerin çoğu sizi şaşırtmaya yönelik. Bu savaş kolay bitmeyecek..."

Changbin'in sinirleri bozulsa da şu an buna laf edecek durumda değildi. Koşmaya başlamadan önce onlara dikkatli olmalarını iletti. Diğer vampirleri zaten temizlemişlerdi. Yer cesetlerle ve kanla süslemişti. Siyahlılar kendi şehirlerine doğru hızla yol almaya başladığında Changbin de ardına bile bakmadan ormana daldı. Bir an önce bu lanet yerden kurtulmalıydı. Yaşama süresini ne kadar arttırırsa o kadar iyiydi. Felix'ini bu dünyada yalnız bırakma gibi bir niyeti yoktu.

_________________

Kafamdaki sahneyi ne kadar yansıtabildim bilmiyorum :'( Biraz kısa oldu bu yüzden de üzgünüm. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...<3
Oy vermeyi unutmayın.

Blood | Changlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin