39. Sizden korkmuyorum.

967 171 73
                                    

Tereddütlü adımlarını kapıdan sadece bir metre kadar ileri attı Changbin. Yüzüne çarpan serin rüzgar saçlarını hafifçe savurdu ve koyu gözleri çevreyi taradı. Görüş alanı gayet açıktı. Bulundukları şehir merkezinden biraz uzakta olmasına karşı o kadar da meydanda bir yer değildi. Tenha kelimesi bile belki buraya uyabilirdi.

Gerginliğini üzerinden atmaya çalıştı. Ne ağaçların ne de birkaç tane boş olan evin ardında hiçbir şey görünmüyordu. Fakat o da bu kadar yakında bir şeyler olduğunu hissediyordu. Felix'in haklı olduğunu neredeyse tamamen doğrulayabilirdi ama çözemiyordu.

Ağaçlığın arasına girme düşüncesi ona göre tamamen saçmalıktan ibaretti.

Bir şey hissetti. Yüzüne soğuk bir ifade yerleşirken elinde, sıkı sıkıya tuttuğu kılıcı arkasına doğru savurdu. Kılıç havayı kesti. Niyeti saplamak değildi, bir nevi tehtit havasıydı bu, ancak boşa gitti. Arkasında kimse yoktu.

Bu onlar hoşuna gitmedi. Sezgileri onunla gerçekten oyun mu oynuyordu?

Titrek bir nefes verdi, her şeye rağmen kılıcını indirmeden tekrar arkasına baktı. Boştu.

Geri geri adımladı. Eve girmeyi düşünüyordu ki cebindeki telefon titredi. Elini hızla cebine attı, telefonunu çıkardı ve daha önce de yaptığı gibi mesaj kutusuna girdi.

Bilinmeyen numara olduğu gibi Felix'e mesaj atan numaranın son dört hanesi aynıydı. Bu, mesajları aynı kişinin attığını kanıtlıyordu. Sinirinin yavaştan alevlendiğini hissederken mesajı okudu.

Etrafına aval aval bakmayı bırak Changbin.

Changbin ellerini klavyenin üzerinde gezdirmeye başlamıştı ki yeni bir mesaj geldi.

Konuşabilirsin, seni rahatlıkla duyuyorum.

"Bizden uzak durun artık." dedi Changbin. İçindeki öfke belirli bir şekilde sesine de yansımıştı. "Sizden korkmuyorum."

Yeni mesajın gelmesi çok gecikmedi.

Bir daha düşün istersen. Sen korkmuyor olabilirsin ama sevgili eşin deli gibi korkuyor.
Korktuğu şeyin başına gelecek olması ne kötü değil mi? Oysa ki tek suçu da seni sevmek.

"Ben seni öldüreceğim." Bunca tehtide rağmen oldukça net konuşmuştu. "Her ne planlıyor olursanız olun, en sonunda biz kazanacağız."

"Buna gerçekten inanmanı beklemiyordum." dedi gür bir ses. Orta boylu, vücudu yeterince kaslı olan, esmer bir adam çıktı orta yere. Üzerindeki kıyafetler onu daha da heybetli göstermişti.

Changbin'in adımları geriledi. Arkada tam olarak kaç kişi vardı bilmiyordu ama her türlü fazlaydı. 

"Beni al gidelim." dedi hızlıca. Aklına gelen ilk cümleleri sıraladı. "Sadece beni alın. Onlara dokunmayın."

"Buraya kadar gelmişken asla."

Duyduğu sözle anında eve girdi. Kendisine doğru gelen vampirlerin yüzüne kapıyı son anda kapatıp bir yandan evdekilere bağırdı, bir yandan da içeri doğru koştu.

Dışarıda oluşan gürültünün yeterince artması hepsini uyandırmaya yeterdi bile. Önce Minho, sonra da Chan geldi Changbin'in yanına. Diğerleri daha çok korkmuş görünüyordu.

"Ne oluyor?" diye hızla konuştu Minho. Olanları tahmin etmiş ama yine de sormuştu. Sorusunu sorarken çoktan dolaptaki kılıcını almıştı.

"Buradalar." Changbin'in gözleri kapıyı buldu. Hâlâ açılmamasına şaşırmıştı. Kapıyı zorlamamıştılar.

"Bizimkiler burada mı?"

"Bilmiyorum."

Minho Changbin'in cevabına karşı başını sallayıp pencerenin önüne geçti ve perdeyi araladı. Gözleri dışarıyı taradı. Ellerinde kılıçlarla dışarı çıkmalarını bekliyormuş gibi görünen vampirlerin arasında kendi adamlarını da gördü ama bu durumda onların kimin tarafında olduğundan emin olamadı.

Buraya bütün vampirleri toplayıp geldiklerine göre başvampir bir savaşın çıkmasını resmen göze almış hatta bunu istemiş olmalıydı.

"Herkes burada sanırım."

"Minho." Arkadaki üçlüden ilk konuşan Jisung oldu.

Minho gözlerini aralık olan perdeden çekmeden dışarıda gördüklerini onlara anlattı.

"İkiye ayrıldılar resmen."

"Biz ve onlar?"

"Büyük ihtimal."

Perdeyi kapattı ve Jisung'a hızlı bir sarılma verdi Minho. Bir an önce dışarı çıkmaları gerekiyordu. Onları yalnız bırakmak aklının ucundan bile geçmemişti. Bu yolda hepsi beraberdi. Dışarıdaki vampirlere savaşacaklardı.

Chan öylece donup kalmış gibi görünen sevgilisine ilerlediğinde Changbin içindeki buruklukla sevgilisine yaklaştı. Felix'in son zamanlarda zaten yeterince soluklaşmış teni, mümkünmüş gibi daha da soluklaşmıştı. Bir anda daha da çökmüştü sanki. İçinde yaşadığı stresin ve huzursuzluğun nedeninin gerçek olması onun için bir yıkıntıya çevirmişti.

Changbin Felix'le ilgilenmek istedi, kendi hayatını ona dikmek, sonsuza kadar ona sarılmak istedi. Aldığı nefeslerin belki de ilk defa kendisini rahatlatmadığını hissederken sevgilisinin dudaklarına hızlı bir öpücük bıraktı.

"Burada kal, tamam mı? Jeongin ve Jisung da seninle. Hatta Chan-"

"Savaşabilirim." Chan sevgilisinden ayrılmış, tok bir sesle söylemişti bunu.

"Chan-"

"Olmaz, Jeongin. Vaktimiz yok... Lütfen ısrar etme ve sadece geri gelmemi bekle. Elimden geleni yapacağım."

Changbin, Chan'ın yüzündeki cesareti ilk defa bu kadar yoğun görmüştü. Kılıç tutarken bazı bazı titreyen elleri şimdi kendine güveninden dolayı sımsıkı duruyordu.

"Gitmeyin." Jisung ve Felix aynı anda konuştu.

Fakat kimse onları dinlemedi.

"Odaya girin, bizden birisi gelene kadar kapıyı açmak yok."

Üçlünün Minho'yu dinlemekten başka çaresi kalmamıştı. Hissettikleri korkuyla odaya girdiler. Minho onların ardından kapıyı kapattı.

Ortamın gerilen havası ve dışarıda birbirlerine saldırmak için bekleyen iki ordu vardı. Hepsinin ilk amacı vampirleri evden uzak tutmak olacaktı ve tabi mümkünse hayatta kalmak.

Zemin hafiften sarsıldı. Kalın taban botlar tahtaların üzerinde bir ağırlık oluştururken sağlam adımları saniyeler içinde kapıya ulaştı.

Önce Minho, sonra da Changbin, en son da Chan çıktı dışarı. Kapıyı yine kapattılar oysa ki hepsi böylesine basit bir kapının güçlü bir tekme tarafından tek hamlede açılacağını biliyordu.

Başvampir gördüğü yüzlere iğrenerek baktı. Gözleri nefretin en gerçekçi haliyle parlıyordu.

"Ölmeyi bu kadar istemeniz şaşılır şey doğrusu. Özellikle de o arkanızdaki aptal sürüsüne inanmıyorum. Kimi seçtiğinize bir bakın, kendilerine bile sahip çıkamıyorlar."

"Korktuğunu bu kadar belli etme." dedi Minho. "Güvendiğin tek şey sayıca fazla olmanız."

"Bunu inkar etmiyorum. Ne kadar çoksak o kadar güçlüyüz." Başvampir kılıcını birisine saplıyormuş gibi ileri uzattı ve güldü. "Gelin ve kılıcın tadına bakın."

"Sen benim kılıcımın tadına bakacaksın."

"Changbin..." Yüzünde bir sırıtma yerleşti başvampirin. Geriye doğru adımladı. Ordunun arkasında kalmak daha iyiydi. O olursa anca son lokma olurdu.

"Burada işiniz bittikten sonra ilk önce Changbin'in sevgilisini öldürün."

Changbin'in alev alan gözleri başvampirinkilerle buluştuğunda "Saldırın!" diye bağıran başvampir yüzünden iki ordunun birbirine girmesi çok uzun sürmedi.

______________________

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, lütfen. <3

Umarım olmuştur...

Blood | Changlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin