30. Yalvarırım öldürün beni.

1.2K 182 92
                                    

"Felix..." dedi Jeongin. Changbin gittiğinden beri ağlaması hiç durmayan arkadaşını sakinleştirmek için uğraşıyordu. Elleri onu saçlarında geziniyor, ağlamaktan kızaran ve şişen gözlerin ağlamakta ne kadar haklı olduğunu düşünüyordu. Changbin gidince ilk başta herkes ağlamış fakat güçlü kalma zorunluluklarını hatırlayıp göz yaşlarını bir şekilde durdurmuşlardı. Onların gözleri değil içleri ağlıyordu.

Diğerleri arada gelip Felix'i kontrol etse daha çok Minho'yla ilgileniyorlardı. Vücudunun çoğu yeri yara bere içinde kaldığı için yaralarına pansuman yapmak zorundalardı. Jisung, Minho'yu görür görmez hem sevinmiş hem de onun o haline karşı göz yaşları dökmüştü. Minho'yu bir saniye bile yalnız bırakmak istememesine rağmen mahçup bir şekilde Felix'in yanına gitmişti.

Onun kendisini düşman bileceğinden korkmuştu. Changbin, Minho için gitmişti çünkü. Neyse ki Felix arkadaşının üstüne gitmemiş tam tersine ona destek olmuştu. Changbin'in gitmesini Jisung değil Changbin'in kendisi seçmişti.

Saatler geçti...

Minho baygın bir şekilde yatmaya devam ediyor, Jisung onun başında bekliyordu. Chan, Jeongin ve Felix ise oturma odasındaydı. Kırmızı saçlı, yorgunluktan Jeongin'in kucağında uyuyakalmışken, çift birbirine üzgün bakışlar atıyordu. Olanlar kimsenin açısından iç açıcı durmuyordu.

"Sence şimdi ne yapıyordur?" dedi Jeongin. Gözleri bomboş bir şekilde karşısında oturan sevgilisine bakıyordu. Kendisini bıraksa ağlayacaktı.

"Bilmiyorum."

Chan'ın gözleri gibi sesi de donuktu. Ellerini yüzüne sürtüp alnını ovaladı. Resmen beyni zonkluyordu. Bu olanlar onun için çok fazlaydı.

"O geri gelir mi?"

Sessiz kaldı Chan. Ne cevap vereceğini bilmiyordu. Changbin'in nasıl bir yere gittiği hakkında bile doğru düzgün bir bilgisi yoktu.

Yerinden kalktı ve Jeongin'in yanındaki boşluğa oturdu. Diğer tarafta uyuyan Felix vardı.

"Gelmesini umuyorum." Gözünden düşen bir damla yaşa engel olamadı ama onu anında sildi ve sevgilisine bakarak sahte bir şekilde gülümsedi.

Jeongin bu gülümsemenin sahte olduğunun farkındaydı. Çünkü Chan'ın sadece dudakları gülümsüyordu oysa o hep gözleriyle gülümserdi. Gözlerinde ne ufacık bir parıltı ne de bir kısılması vardı. Kimse bu halde içten bir gülümseme sunamazdı zaten.

"Çok kötü hissediyorum." diye mırıldandı Jeongin. Başını Chan'ın göğsüne gömdü ve saatlerdir ağzından kaçmak için fırsat kollayan hıçkırığı bu sefer tutamadı.

Chan kollarını anında sevgilisine doladı. Ağlamamak için o da uğraşmıyordu artık. Sesleri yoktu. Damlalar yanaklarından yavaşça süzülüyor, acılarını kelimeleriyle değil göz yaşlarıyla anlatıyorlardı.

Ağlamak çok normaldi. Ağlamak bazen gözlerin konuşma şekli, kalp acısının somutlaşmış haliydi. Hayal kırıklığı, hüzün, umutların tükenmesi... Bunların hemen ardından göz yaşı gelirdi.

Koskoca evdeki beş kişinin içi bu hislerle dolup taşmıştı işte. Tükenmişlik duygusu içlerine sığmıyordu.

"Bizi geçtim o ne yapacak Chan?"

Jeongin'in kimden bahsettiği çok belliydi. Hepsi acı çekiyordu ve hepsi birbirini avutmaya çalışıyordu.

"Hemen öyle düşünme." diye mırıldandı büyük olan. Ağlayan çocuğun saçlarını öptü ve geri çekilip göz yaşlarını sildi. "Changbin geri gelecek."

Blood | Changlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin