41. Canım çok acıyor.

1.1K 157 152
                                    

Üçlünün korku dolu gözlerinin yerde öylece uzanan bedene kayması saniyeler içinde gerçekleşti. Üç yüz de aynı anda dehşete kapılmış gibiydi. Korkmuşlardı, fakat kimse bir şey söylemiyordu.

Siyah saçlı vampir gözleri kapalı, elleri yanında düşmüş bir şekilde yatarken göğsündeki yaradan akan kan, krem rengi halıyı bir hayli boyamıştı.

Başının döndüğünü hissetti Felix. Midesi bulandı. Daha önce hiç hissetmediği ağır bir yük göğsünün ortasına yerleşirken gözleri doldu. Aldığı nefes bu sefer ona ciddi anlamda nefes olmamıştı. Eşini böyle görmek o an için her şeyden beter gibi gelmişti ama bundan daha beter bir şey olduğunu henüz bilmiyordu...

Zamanın durduğunu hissettiği ana karşı kendini Changbin'in yanına attı. Minik elleri anında onun yanaklarını bulurken içindeki korku yüzüne yansımıştı.

"Changbin." diye seslendi kısık sesle. Gözlerinden akan damla yerdeki kana ulaştı. Onun gözlerini açmasını bekliyordu.

Bir beden Felix'in yanına çöktü."Dur." dedi sadece. Bunca olandan sonra soğukkanlılığını korumaya çalışarak parmaklarını Changbin'in boynuna götürdü. Oysa ki kalbi olanları tüm gerçekliğiyle görüyor fakat bunu kabul etmemek için çırpınıyordu. Minho o an kusacak gibi hissetti. Dilini kuruyan dudaklarında gezdirip "Chan." dedi zorla. Sesinin titremesine engel olamadı, zaten elleri de o kadar çok titriyordu ki doğru anlamış olma ihtimali yoktu. "Gelip onun nabzını kontrol et."

Chan'ın yüzü gerildi. İçine yerleşen ağırlıkla Minho'nun yanında yerini aldı ve hızla dediğini yaptı. Gözlerini kapattı. Parmaklarını kanla boyanmış boyna biraz daha bastırdı. Niye hissetmiyordu? Niye atmıyordu?

Ortamı bir cevapsızlık kapladı. Chan dolan gözlerini Minho'nun yüzüne çıkartıp kafasını iki yana sallarken "Yaşıyor." diyerek öne atıldı Felix. "O yaşıyor." Gözlerinden ardı ardına akmaya başlayan göz yaşlarına rağmen gülümsedi.

Dışarıdaki gürültüye rağmen evin içinde büyük bir sessizlik var gibiydi.

Köşeye çöküp sessiz bir şekilde ağlamaya başlayan Jisung ve Jeongin'e baktı. Hemen ardından çaresizce geri çekilip diğerlerinin yaptıklarını tekrar eden Minho ve Chan'ı inceledi.

"Ağlamayın." Kendi gözyaşlarını sildi. "Bir şey olmadı ki? Neden ağlıyorsunuz?" Gözleri, yüzü kanla kaplanmış olan Changbin'e kaydı. "Changbin, uyan artık. Haydi sevgilim..."

Göz bebekleri titredi. Elini kalbinin üzerine koyup sıkışan kalbinin üzerine sertçe vurdu. Böyle hissetmesi çok saçmaydı, o yaşıyordu.

"Changbin." dedi tekrar. Kolları yerdeki bedene sarılıp onu kendine doğru çektiğinde ağzından ilk hıçkırığı kaçırdı ama aklı hâlâ olanları reddetme taraftarı gibi görünüyordu. "Doktora gidelim." Kendi kendine başını salladı, bu olanları kabul etmeyen Felix için gayet mantıklıydı. "Hyung, lütfen onu doktora götürelim."

Fakat Minho hiçbir şey söylemedi. Yere eğdiği başını kaldırıp Felix'in yüzüne dahi bakamadı.

"Hyung, duymuyor musun?.." Ondan bir cevap gelmeyince hızla Chan'a döndü ve çaresizliği en derinlerde hissederken ondan yardım istedi.

"Felix." Konuşan Chan değildi. Jisung gözlerinden akan yaşları silip arkadaşının elini tuttuğunda Felix elini hızla çekip kucağındaki bedene sarıldı. Arkadaşının ne söyleyeceğini biliyordu...

"Hayır." diyerek susturdu onu. Kucağında hareketsiz bir şekilde durmaya devam eden bedene uyanması gerektiği hakkında bir şeyler söylemeye devam etti ama bir cevap gelmedi, kucağındaki bedenden en ufak bir tepki dahi alamadı.

Başı dönmeye başlamıştı. Etraf sanki bir anda firıl fırıl dönmeye başlamıştı. Gücünün gittikçe tükendiğini hissediyordu, buna rağmen Changbin'i taşımakta zorlanan kollarını biraz olsun gevşetmedi.

"Olmaz." diye fısıldadı kısık sesiyle. Yutkunmak istedi, yapamadı... Kelimeler boğazında düğümlenmiş ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Gözlerinden dökülen yaşlar, hıçkırıklarına ve şiddetli ağlamasına eşlik ediyordu.

"Yalvarırım uyan, yalvarırım..."

Changbin'in kana bulanmış elini tutup yüzüne sürterken kafasını iki yana salladı. "Beni burada bırakamazsın, öylece gidemezsin. Sen yoksan ben yaşayabilir miyim Changbin?" Burnunu siyah saçlara sürttü ve koluna dokunan Jisung'a bakmak yerine tüm ilgisini eşinden çekmedi.

"Felix-"

"Sus!" dedi Felix sertçe. İşaret parmağını dudaklarına bastırıp aynı kelimeyi tekrarladı. Oturduğu yerde ileri geri sallanmaya başladığının farkında değildi. "Şşh, gidin buradan."

"Ama böyle ol-"

"Gidin, bizi yalnız bırakın." Delici bakışlarını Jisung'a gönderip tekrar Changbin'e baktı ve ağlamaya devam etti. Yaşadığı duygu karmaşasının içinde her an delirecek gibi hissediyordu.

Odadaki kılıç ve silahları ağlayarak toplayan arkadaşlarını umursamadı. Kendisine zarar vermesinden mi korkuyorlardı? Changbin yokken yaşayamayacağını bilmiyorlar mıydı? Sadece nefes alması yaşadığı anlamına gelir miydi?

Gözlerinden akan damlalar boynundan aşağı süzüldü. Burnunu Changbin'in boynuna yaklaşıp soğuk tenine burnunu sürttü. Kokusunu almaya çalıştı ama bu çok zordu.

Felix hâlâ inanamıyordu... Dudaklarının arasından eşinin ismi dökülürken mahvolmuş bir halde ağlayarak odayı terk eden arkadaşlarına bakmadı.

"Canım çok acıyor."

Eli sıkıştığını hissettiği kalbinin üzerine gitti.

"Hemen şimdi sesini duymak istiyorum... Lütfen gözlerini aç ve bana iyi olduğunu söyle."

Belki de kabullenmemekte fazla ısrarcıydı.

"Changbin.... seni çok seviyorum, çok seviyorum." Kulağına doğru fısıldadı. Sevgisini ona hissettirirse gözlerini açacak gibi gelmişti Felix'e. "Senin yerine ben olmalıydım, özür dilerim affet beni. Seni koruyamadım, yanında olamadım. Sen acı çekerken ben... tam bir aptalım. Lütfen uyan, bir daha olmayacak. Söz veriyorum sen ne istersen onu yapacağım. Gördüğüm kötü rüyaları sana anlatıp senin endişelenmene sebep olmayacağım. Beni öptüğün zaman yorulduğumu söyleyip seni durdurmayacağım. Bir an olsun yanından ayrılmayacağım."

Changbin'in uyanmaması kırmızı saçlının içindeki yükü gittikçe ağırlaştırdı.

"Neden böyle oldu?" diye bağırdı. Gözlerini tavana dikmişti. Dudaklarından acı bir haykırış dökülürken kollarını iyice sıkıştırdı. Göz yaşları eşinin yüzünü ıslattı. Eşinin ismini birkaç kez tekrar etti. "Uyan lütfen, lütfen." Kafayı yemiş gibiydi. Ne olduğunu tamamen biliyordu artık, istemese de olanları anlamak zorunda kalmıştı.

Dudaklarını kucağındaki bedenin alnına sürtüp nefesi titrek bir şekilde dışarı verdi.

"Ne yapacağım şimdi?" diye fısıldadı. Changbin'in sağ gözünü örten saçını geri itti ve gülümsedi. Bu gülümseyiş mutluluğun bir göstergesi olmak yerine onu kez göreceği düşüncesinde içinde oluşan acının her bir zerresini taşıyordu. Buruktu, her an silinecek gibi duruyordu. "Sensiz kalmak istemiyorum. Sen olmadan yapamam ki ben, bunu biliyorsun. Senin varlığına tutundum ben. Her şeyimi yeni bulmuşken kaybedemem."

Changbin'in elini kendi kalbinin üzerine bastırdı.

"Sen yanımda yoksan bu atsa ne olur Changbin?"

Gözlerinden düşen yaşları sildi ama yerlerini anında yenileri aldı. Eşinin yüzüne onlarca öpücük bıraktı...

Kalbi bir anda hızlı bir çarpıntıya kapılırken hissettiği baygınlık hissiyle beraber gözlerinin karardığını hissetti...

______________________

Öncelikle bugünkü şarkının üzerine bu bölümü atmak istemezdim fakat sınavlar yüzünden uzun zamandır bölüm atamadım, sizi de daha fazla bekletmek istemiyorum.

Sanırım son bir bölüm kaldı, sonra da başka bir kitaptan devam edeceğim.

Blood | Changlix ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin