0.8

2.7K 204 10
                                    


Okulun ilk günü dersim olmadığından kızlarla görüşememiştik bu yüzden zamanımı stüdyoda Namjoon'la geçirecektim. Lisa'nın önümüzdeki hafta yoğun bir programı olduğundan görüşemeyecektik.

Ben stüdyoya girdiğimde ablamla ikisi birlikte kahve içiyordu ve sanki onları uygunsuz bir durumda basmışım gibi panik ifadesiyle yakalamıştım.
Bu durumu ikisi de birer yetişkin olduğu için çok dillendirmek istemesem de komik bulduğumdan iki de bir gülüyordum. Bu da bütün gün Namjoon'un sinirlenmesine ama bir şey diyememesine yol açmıştı.

Ertesi gün dersim için evden çıkacakken gözüm takvime takıldı, evet bugün önemli bir ödevin teslim tarihiydi ama ondan daha da önemlisi bugün annemle babamın hayatını kaybettiği gündü o trafik kazasının yaşandığı ve ikisinin de o arabadan sağ çıkamadığı gündü.

Elimden düşen çantama ve dosyama irkilerek baktım. Aynı zamanda da dizlerimin bağı çözülmüş gibi yere çökmüştüm.

Neredeyse unutuyordum..
boğazımdaki düğümleri hissedince yutkunmaya çalıştım ancak yutkunamadım.
Neredeyse unutuyordum.
Kalbimdeki acıyla gözlerim dolarken özür dilerim diye mırıldandım kendi kendime.

Evden çıkıp hemen bir çiçekçiye girdim annemin favorisi papatyalardan bir buket aldım.
Çiçekçi kadının arkamdan "hanımefendi iyi misini?" Dediğini umursamadan çıktım dışarı.
Hava çok kapalıydı. Karanlık ve soğuktu. Rüzgarlıydı. Rüzgardan nefret ederdim.

Bir taksi bulmam zor oldu. Bugün her şey çok zordu.

Mezarlığın tozlu yolu rüzgarla gözlerimi sulandırırken ağlamamam çok zor olurdu.

Mezarın başından yağan yağmur yüzünden kalkmam gerekmişti. Çantamın içindeki dosya hâlâ aklımdaydı.

Dizlerimde hafif çamur izi, saçlarım dağınık ve nemli, gözlerim kanlı ancak kuru bir şekilde okula girdiğimde kulaklarımda sadece bir uğultu vardı.

Ne şapkam aklımdaydı ne maskem.
Ben olduğum gibi korunmasız ve çıplak herkesin ortasındaydım.

Sorumluluk bilincimin beni yakıp kavuran hissi vurmasaydı bir de beni, bu hafta okula adım atamayacağımı çok iyi biliyordum.

Adımın seslenildiğini duyuyordum sanki ama emin de değildim. Tutup kolumdan çekildiğimde binanın çıkışındaydım.
Ödevimi teslim etmiş biran önce burdan ayrılmanın peşindeydim.

Boş gözlerimi arkama çevirdiğimde "Taehyung, Jisoo ve Jungkook'u görmeyi beklemiyordum.
Bana dik dik bakmalarına rağmen ben onların gözlerine bir türlü odaklanamıyor, onları işitemiyordum.

Jungkook" bu halin ne senin düştün mü?" Dediğinde kafamı hafifçe iki yana salladım.
Boğazım kurumuştu zorlukla "bırak" dedim.
Bırakmadı "konuşmamız lazım çocuk gibi kaçma" dedi.
Kolunu ittim "bırak " dedim.
"Çocuk musun sen chaeyoung" diye sitem ettiğinde "evet" dedim "annemle babam öldüğünde çocuktum"
Jisoo'nun elleri ağzına kapandığında ne olduğunu anlamıştı.
Hemen Jungkook'un kolunu benden çekerek "bırak kızı" dedi ve bana sarıldı. Benden ayrıldığında dönüp iyice bastırmış yağmurun altına girdim.
Jisoo'nun arkamdan seslendiğini duyuyordum ama koşarak kaçtım. Nereye gittiğime bakmadan .. arkamdan yetişemesin diye.

Yağmur o kadar şiddetliydi ki önümü göremiyordum.
Hiçbir taksi yoktu ortalıkta.
Telefonumu çıkardığımda çalışmadığını gördüm. Çoktan yağmur girmişti içine.
Yağmur altında koşarak ilerledim başta sonra yürüyerek ...eve daha ne kadar vardı?

Burning for you// RoséKookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin