2.8

1.9K 185 55
                                    

Jungkook.
Tanrı yıkımı kalbime saklamıştı.
Başka açıklaması olamazdı bunun. Her seferinde kırılıp dökülmek benim adımın yanına yazılmıştı.
Belki de yalnızlıktı kaderimde olan. Annemden beri kimseye güvenemem çevremdekileri uzaklaştırmıştı. Babam bana karşı hep iyiydi ama çok meşguldü.

Kalabalığın içinde yalnız olduğumu fark ettiğimde görmüştüm onu da. Basketbol maçı için ısınırken gözüm izleyenlerin arasında dolaşmıştı boş boş.
Genelde herkes gruplarıyla yemekten sonra buraya geliyor maçın başlamasını hararetli sohbetleriyle bekliyorlardı.

Onu gördüm. Tek başına oturuyordu. Gözlerimiz kesiştiğinde kaşlarını kaldırmıştı şaşkınlıkla sonra hemen gözlerini kaçırdı. Bu sırada yanına aile dostumuzun kızı Seulgi oturmuştu. Ben gözlerimi çekememiştim üzerinden. O da yanındaki kıza bakmak için önüne düşen ipeğimsi kahverengi saçlarını geriye doğru savurdu.
Halinden belli bir sıkkınlıkla konuştu kısaca. Artık kafamı geri çevirmem gerekiyordu ama çeviremiyordum sanki büyülenmiş gibi hissediyordum.
Keşke biri gelse de salak mısın oğlum dese diyordum ama kafamı da çevirmiyordum.
Sonra yine kafasını çevirdi ve gözleri direk beni buldu. Ona baktığımı fark edince huzursuzca yerinde kıpırdandı ama bu sefer gözlerini o değil ben çektim. Çünkü belliydi rahatsız olmuştu. Onu orada bırakıp takım arkadaşlarımın yanına döndüm. Bir daha da kendime gözlerine o kadar uzun bakma izni vermedim.

Chaeyoung'ı ilk gördüğümde müzik sınıfının kapısından içeriye bakıyordu. Gözlerinde o güne kadar görmediğim bir hayranlık vardı.
Ne vardı da neye bakıyordu, o an öğrenmek için belki her şeyimi verebilirdim ama gidip sorma cesaretini kendime verememiştim.

Bir başka seferinde hademeyle sohbet ederek spor salonunun dört bir yanına yayılan topları toplamasına yardımcı oluyordu, cebine attığı telefonuna takılı kulaklıkta hangi şarkı çalıyor çok merak etmiştim ama yine gidip soramadım.

Yine bir gün teneffüste bahçeye çıkmıştım gözüme o çarptı, kahverengi dalgalı saçlarını omzundan geriye savurdu, o an saçlarının nasıl koktuklarını merak ettim.
Söğüt ağacının altında üstüne doğru uzanan yumuşak söğüt dalları arasındaki bankta oturuyordu.
Elleri zarifçe yanına oturmuş kedinin kafasında geziniyordu.

Onunla defalarca konuşma şansı buldum ama hiçbirinde yanına gitmedim.

Pişmandım.
Ortadan kaybolduğunu ilk fark ettiğimde bir yandan elimden kaçırdığıma pişman oldum bir yandan da zaten benden her türlü gidecek olduğunu fark ettiğimle kaldım.

Şimdi yine aynısı oluyordu demi? Bu sefer tanışmıştım, konuşmuştum, onu sevmiştim.
Ve şimdi bu sefer benim hatam yüzümden benden gidecekti. Durup dinleyecek miydi?
Beni bu zamana kadar durup dinleyen olmamıştı, o mu dinleyecekti?

Ya yanılıyorsam? Ya o açıklamama izin verecekse?

Telefonumdaki bildirim sesi içinde olduğum ölüm sessizliğini keskinlikle böldü.

Chaeyoung: birkaç günlüğüne Tayland'dayım. Cevabın neyse dönünce verirsin, kendini hazır hissedip işlerini yoluna koyana kadar senden bir şey beklemiyorum.

*
Rosé.

"Yahh! Bu çok lezzetli"
Lisa beni kolumdan tuttuğu gibi renkli sokaklara götürmüştü. Ve kendimizi gecenin ışıklarla aydınlatılmış dünyasına atmıştık.
Şimdi sıra sıra tezgahlarda bu işi yıllardır yaptığı belli olan insanların hazırladığı yiyeceklerden yiyorduk.

Bendeki bütün iştah geri dönmüş Lisa'nın önerdiği şeyi silip süpürüyordum.
"Chaeyoung-ah ben ısmarlıyorum dedim diye mi bu kadar yiyorsun?" Dediğinde gülerek kafamı salladım.

Burning for you// RoséKookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin