1.2✨

1.6K 239 64
                                    

“İn o ağaçtan hemen! Başımızı belaya sokacaksın. “

Kiraz ağacına çıkmış ağaçtan kirazları topluyorum. Aşağıdan bana bağırıp duran çocuğun telaşlı yüz ifadesi takılıyor gözlerime kısa süreliğine. Onu görmemezlikten gelerek kirazları toplamayı sürdürüyorum.

“Bayan Margaret geldi! “

İşte şimdi sıçtım! Soğukkanlı davranarak topladığım kirazları düşürmemeye çalışarak hızlıca ağaçtan inebilmek için çabaladığım sırada ayağım takılıyor ve yere kapaklanıyorum. Neyse ki, düştüğüm yer fazla yüksek değil. Hemen ayağa kalkıp toparlanmaya çalışarak var gücümle koşuyorum. Düştüğüm için dizimde oluşan sıyrıklar canımı acıtıyor olsa da bütün gücümle koşuyorum. Her ne kadar sendeleyerek ilerlesem de bayan Margaret’ten çok uzaktaydık. Leo’ysa benden daha hızlı olduğu için aramızda fazlasıyla mesafe oluşmuştu. Bir anlığına beni arkasında bıraktığı düşüncesiyle durdu Leo ve geriye dönüp bana baktı. Tepede parlayan güneş onun benim durumumu görmesine engel olmuş olacaktı ki elini alnına koyarak gözünün üzerine elinin gölgesinin düşmesini sağladı. Bir kere de öyle baktı bana. Sonra ellerini beline koyarak bir önündeki uzun yola baktı, bir de başını çevirip arkasında soluk soluğa ilerlemeye çalışan bana.

Sonunda kararını vermişti ve benim için koştu. Yanıma vardığında terden sırılsıklam olan alnına yapışmış saçları eliyle geriye taradı.

“Amma da uyuşuksun. “ diye söylendi bana. Koluma girerek yürümeme yardım etti.

Bu arada bayan Margaret artık bizim peşimizden koşmayı bırakmıştı. Zavallı kadıncağız bu sıcakta daha fazla koşamamıştı sanırım.

“Keşke gözlerindeki okyanusa dalıp yüzebilseydim. Ne iyi gelirdi bu sıcakta. “ hayalinin hoşluğu yüzüne yansımıştı.

“Öyle bir şeyin mümkün olmayacağını sen de biliyorsun Leo. “ dedim bilgiççe.

“Bana akıllılık taslayacak son kişisin Caroline. “

Adım Caroline’di değil mi? Unutmuşum...

“Caroline mi? Okyanus gözlüme ne oldu? “

Sırıtarak başını göğe kaldırdı.

“Bu sıcakta o okyanus bile buhar olur gibi, ha, sen ne dersin? “

“Sanmam.” Dedim omuzlarımı silkerek.

“Ben yaşadığım sürece o okyanus asla buharlaşmaz gibi. “

Son cümlemi duyduğunda yüzüme bakıp kocaman gülümsedi.

İşte ter içinde sırılsıklam uyanmam bu rüya sayesinde oldu. Daha doğrusu geçmişten bir anıydı. Yavaş yavaş anılarımın hortladığı dönemler de böylece başlamıştı. İsmimi hatırlamış olmanın sevinci bir yana, Leo’yla geçirdiğimiz zamanı hatırlamanın hüznü ağır basmıştı ve sabaha kadar ağlamıştım.

Ellerinde birkaç parça eşyayla hizmetçiler ve baş hizmetçi odaya girdiğinde ağlamaktan kızarmış gözlerime ve bitkin halime şaşkınlıkla baktılar. Bu saatten sonra gözüme uyku girmeyeceğini bildiğim için hemen kalkıp hazırlanmaya başladım. Fazla dikkat etmesem de hizmetçilerin benim hakkımdaki fısıltılarını duydum.

“Prensle araları bozuk. “ bu tarz söylentiler en az yarım saate bütün saraya yayılacaktı. Bakalım bu yanlış anlaşılmanın sonu nasıl bitecekti. Baş hizmetçi saçımı toplarken yine her zamanki soğuk yüz ifadesiyle konuşmaya başladı.

“Düğüne çok az kaldı leydim. Bugün mutlaka genç leydiler için çay partisi vermelisiniz. “

Başımı sallayarak “Tamam.” Dedim. Şuan bunun için üşenmekten üşenmiştim. Kafamı dağıtmak için böyle bir etkinliğe ihtiyacım vardı.

Aurora’nın aklıma gelmesiyle çevreme bakındım. Ortalıklarda yoktu.

“Aurora nerede? “ diye sordum hizmetçilere dönerek. Aralarından biri öne çıkarak cevapladı sorumu.

“Aurora artık prens Heinley için çalışacak leydim. “

Aldığım cevap tuhaf bir şekilde rahatsız etmişti beni. Daha fazla bir şey sormadan önüme döndüm. Aldığım cevaptan sonraki tek konuşmam makyajımı yapanların ellerini çabuk tutmalarını istediğim zamandı. Dişlerimi gıcırdatarak Aurora’nın bütün davranışlarını gözümün önünde canlandırdım. O kızın şüpheli bulduğum yanı yapaylığıydı. Sakın buraya prens için gelmiş olmasın?

Prensin dün geceki aşırı tepkisini açıklıyordu bu durum. Hayır, prensin bana sarılırken duyduğum kalp ritminden anladığım kadarıyla bana karşı duyguları vardı prensin. Bu durumda o hizmetçi kız prensin gözünde değer kazanmak için çabalıyor.

Makyaj bittiğinde yemek salonuna indim. Gözlerimle de etrafı kolaçan ettim. O Aurora’yı bulduğum an ona haddini bildirmeliyim. Yemek salonuna geldiğimde prens Heinley başta oturmuştu başını kaldırıp bir beklenti içinde gözüme baktı. Sonra gözüme prens Victor takıldı. Gülümseyerek ayağa kalktı ve bana doğru ilerledi.

“Akşamki hikayelerinin devamını dinlemek için sabırsızlanıyorum, bugün müsaitsen eğer hazır hava da güzelken çardakta yine bir şeyler anlatır mısın? “

Sanki evet dememi bekliyormuş gibi kaşlarını havalandırdı, gözleri de kocaman açıldı ve dudakları tek çizgi haline geldi. Dudağımın kenarını ısırarak prens Heinley’e baktım. Önündeki tabağa bakıyordu, avucunun içinde bıçağı ve çatalı sıktığını fark ettim. Sinirlenmiş miydi?

“Üzgünüm. Düğüne az bir zaman kaldığı için bugün genç leydiler için çay partisi düzenlemeliymişim. “

Somurttu. Sonra yanındaki sandalyeyi geriye doğru çekerek bana döndü ve konuştu.

“Gel, kahvaltı edelim. “

Bir kez daha göz ucuyla prens Heinley’i yokladım. Bana bakmıyordu bile. Tripliydi herhalde. Prens Victor’la oturmamı sıkıntı etmezdi diye düşündüm. Hem onunla otursam ne olacaktı ki? Sessizce kahvaltısını edip kalkacaktı. Oysa şuan benim sessizliğe değil, geveze birine ihtiyacım var. Başka türlü kafamın içindeki anıları susturamayacağım.

Prens Victor’un çekmiş olduğu sandalyeye geçip oturdum. Kendi için kabuğunu temizlemiş olduğu rafadan yumurtasını bana uzattı.

“Sadece kabuğunu temizlemek için dokundum. Al, sana kısmetmiş. “

Bu düşünceli hareketi karşısında gülümseyerek teşekkür etmekten başka çarem yoktu. Yine de tuhaf bir şekilde bu durumdan rahatsızlık duyuyordum ve arada bir göz ucuyla Heinley’in tepkisini ölçüyordum. Bazen umursamaz davranışlarına maruz kalıyordum, bazen de sinirli bakışlarına. Sanırım bu sabah tersinden uyanmıştı.
Çay partisine davetli olan bütün leydiler yavaş yavaş bahçedeki çardakta toplanmaya başlamışlardı bile. Ben önceden baş hizmetçinin de yardımıyla bütün hazırlıkları yapmış olduğum için geriye kalan tek şey hepsinin gelmesini beklemekti. Leydilerin arasından tanıdıklarım olduğu kadar tanımadıklarım da vardı. Yine de baş hizmetçinin kesin talimatına göre en nefret ettiğim kişi de gelmiş olsa yüzümdeki kibar gülümsemeyi eksik etmeyecektim. Tanımadıklarımla tanışmak için yapmacık bir heyecan içindeydim. Daha fazla insan tanıyarak hafızamda daha fazla insana yer açamazdım. Elbet bir gün bu dünyadan da gidecektim ve o zaman sonuncu hayatımda bir sürü yeni insanla daha tanışmak zorunda olacaktım. O zaman da bu insanlar silinip gidecekti kafamdan.

Biraz sonra çoğunluk toplandığı için masanın etrafına toplanmış sohbete başlamışlardı. Acaba buraya gelmeden önce konuşacakları sohbetleri biriktiriyorlar mı? Onlar konuşacak birçok şey bulabiliyorlar, ama biraz üşengeç olduğum için ya konuşacak pek bir şeyim olmadığı için genelde sorulan sorulara cevap vermekle yetiniyordum. Düğün sandığımdan da hızlı yaklaşıyordu ve şimdi de tuhaf tuhaf işlere kalkışarak bu leydilerle aramı iyi tutmaya çalışıyordum. Ben gidiciyim diyemiyorum da!

                     930 kelime.

Senin İçin Yeniden Doğdum ✅Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin